Pişmanlık yangını nasıl söner?
Bu hafta baş etmekte zorlandığımız yoğun bir duygudan, pişmanlıktan bahsetmek istedim. İnsan yaşamı, bazen sonradan "keşke öyle yapmasaydım" diye düşündüğümüz deneyimlerle renklenir. Renklenir diyorum çünkü tercih etmesek de, bize kendimizi iyi hissettirmeyen deneyimlerin de bir rengi vardır ve bu renkler her zaman tercih ettiğimiz renkler olmaz. Ancak ruhumuzun mümkün olduğu kadar geniş bir renk paletine sahip olması ve daha yüksek olgunluk seviyelerine yükselebilmesi için bu deneyimleri repertuarına katması gerekir.
Bu bilgiye rağmen olumsuz deneyimleri, ruhsal olgunluğumuza ve kişisel gelişimimize yaptığı katkıyla değil bize hissettirdiği duygular kriterine göre değerlendiririz ve tam da bu nedenle hiç istemeyiz! Pişmanlık, en basit haliyle bir deneyimi hiç yaşamamış olma dileği ile bu dileğin artık gerçekleşmeyecek olmasını bilmenin verdiği acının karışımıdır.
Yazının başlığındaki "yangın" tabirinin kaynağı da bu acıdır. Ancak bu acıyı, deneyimin kendisinin verdiği üzüntü ve hayalkırıklığı ile karıştırmamak gerekir. Acının bu kadar yakmasının nedeni, gerçek dışı bir şekilde "keşke hiç olmasaydı" düşüncesine/dileğine takılı kalmamızdır. Yoksa istediğimiz gibi sonuçlanmayan her deneyim, bize pişmanlık acısı vermez.
Bu noktada pişmanlık acısının bir başka önemli kaynağına da değinmek isterim. Pişmanlık kavramının içinde, bireysel tercihlerimizin veya kararlarımızın bize umduğumuz mutluluğu ve tatmini sağlamamış olmasının getirdiği öfke de büyük rol oynar. En çok canımızı yakan, bu acıya giden yolun taşlarını kendi ellerimizle döşemiş olmaktır... Aslında pişmanlık acısının en güçlü kaynağı, doğrudan kendimize duyduğumuz öfkedir.
Dolayısıyla pişmanlık yangını ile mücadelede ilk adım, önce kendimize şefkatle yaklaşmaktır. Bu şefkatten kastım, asla kendine karşı aşırı merhamet ve kurban rolüne doğru gidiş değildir. Sadece her zaman bizim için en doğrusunu ve iyi hissettirenini seçemeyeceğimizi kabul etmenin getireceği hafifleme, rahatlık ve sakinliktir. Kendimize kabulle, sakinlikle, hoşgörüyle ve sabırla yaklaşmaktır. "Oldu bir kere; bu yaşanandan ders almak önemli" diyebilmektir. Sürekli kendimizi veya "dış güçleri" suçlayarak yola devam etmeyi tercih edersek, pişmanlık duygusu efsanevi bir meşaleye dönüşür ve o alev hiç sönmez.
İkinci adım ise takılıp kaldığımız "hiç olmasaydı" dileği ile ilgilidir; yani bu olumsuz deneyimden ne ders alabileceğimize konsantre olmaya çalışarak, kendimize uzun vadede daha sağlıklı bir yol çizebilmek için edindiğimiz bilgileri kaydetmektir. Bu deneyimde tam olarak nedir bizi hayalkırıklığına uğratan/üzen diye sormaktır. Bu soruya cevap verirken mutlaka içinizdeki hangi değerler sisteminin zarar gördüğüne dikkat etmelisiniz; yoksa burada da sadece "dış güçleri" suçlama tuzağına düşebilirsiniz. Bu değerleri keşfettiğinizde, gelecekte onları koruyabilmek için ne gibi önlemler alabileceğinizi belirleyebilirsiniz. Sonuçta sizi bu acıya getiren yola kendi seçiminizle/tercihinizle çıktığınızı bilmelisiniz ve bu repertuarı da yeniden düzenleyebilmelisiniz.
Bana kalırsa pişmanlık acısı, deneme-yanılma yönteminin en dramatik hale getirilmiş şeklidir. Üzüntü ve hayalkırıklığı böyle bir süreçte doğaldır ancak duyguların dramaya dönüşmesi, eğer sanat icra etme amaçlı değilse doğal değildir... Deneyip yanılmak, tökezlemek hatta düşmek ayağa kalkıp belki ileride tekrar yere kapaklanmak yaşamın doğal akışıdır; iki ayak üzerinde dengeli yürümeyi de böyle öğrenmedik mi? Özümüz neyse ona uygun, tatminkar bir yaşamı gerçekleştirmenin yolu da budur...
YORUMLAR