Şanslıydım. Evin en küçüğü olduğum için çok seviliyordum. Gerçi bu çok sevilmenin beraberinde getirdiği korunma durumu hayatımı çok zora da soktu, ama onu başka bir sefer anlatırım.
Aklıma bir şeyler geldiğinde, o günlere, ergenliğimin sonuna kadar olan aralığa gittiğimde kardeşlerimle olan ilişkim içimi ısıtıyor. Okula gideceğim, büyük ablam “Bugün saçını sepet örelim” diyor. Küçük ablam bakıyor çok üzülüyorum kâkülüm yok diye, “Gel ben keseyim sana” diyor. Abim sabah evden çıkarken soruyor “Akşama sana ne getireyim?” Birbirini farklı sözlerle, farklı detaylarla tekrar eden sahneler. Kardeşlerimin aralarında sıkıntılar oluyor, ama en küçük olduğum için her biri için farklıyım. Benimle konuşurken yüzlerine yerleşen o yumuşacık ifade, gülümsemeleri, bakışları, ses tonları, bana dokunuşları, öpüşleri hepsi bana sevildiğimi hissettiriyor.
Annemin göstermediği şefkati, anlayışı, sevgiyi iki ablamdan aldığım bir gerçek. Annemin bana vermediklerini, diğer iki kızına vermediği de bir gerçek. Bize vermediklerini oğluna cömertçe sunduğu ise başka bir gerçek. Onun bu cömertliği, asla abimden nefret etmeme sebep olmadı. Ama annemin oğlunu korumasına, kollamasına, kayırmasına hep hayret ettim ve hayret ederken de ona yabancılaştım.
Ağır bir şeyler yukarı taşınacak meselâ. Dördüncü katta oturuyoruz. Annem “Siz gelin, biz üçümüz çıkarırız” diye iki ablamı çağırıyor. Beli ağrır diye oğluna taşıtmıyor. Tavuk yapmış, göğüs kısmını ona ayırıyor. Ya da kremalı pastanın en büyük, üstüne kiraz denk gelmiş dilimini. Banyoya gireceği zaman, Japon sobasıyla sımsıcak ediyor. “Aman üşümesin.” Oğluna hizmet ediyor, hizmet ettiriyor. Sanki oğlu prens, kendisi baş hizmetkâr, kızlar da yardımcıları.
Üzgünüm, ama annem, çocuklarına eşit davranma konusunda da sınıfta kaldı. İkmal haklarını hiç kullanmadı.
Çocuklar, annelerinden babalarından, onlara eşit davranmalarını, ayrımcılık yapmamalarını, aralarından birini veya bazılarını kayırmamalarını bekliyor, istiyor. Anne-baba, adaleti sağlayan ilk merci. Aile içindeki ayrımcılık unutulmuyor, zor affediliyor. Ayrımcılık edeni de ayırmaya, hem kalben hem fizîken uzak bir yere koymaya sebep oluyor.
Oğlunu kalbine koyan, kalan herkesi etrafa serpiştiren tek kadın annem değil. Çok hikâye dinledim, çok örneğe şahit oldum bu konuda. Annelerin oğullarıyla, neden böyle neredeyse hastalıklı bir ilişkisi var acaba?
Biraz Freud okuduktan sonra, bir ara bu konuya tekrar döneceğim.
13. bölüm 25 Şubat 2020 Salı www.hthayat.haberturk.com’da....
Önceki bölümler...
YORUMLAR