Perili Fatma - 17
İçi içine sığmıyordu, bir an önce Altan Bey’e içindekileri anlatmak istiyordu. Ama annesini uyandırma ihtimaline karşı zili çalmadı. Kapıya üç kere eliyle, parmaklarının uç kısmıyla vurdu.
Altan Bey çiçekleri vazoya koyarken, Perili çoktan çalışma odasındaki koltuğa oturmuştu.
“Buldun mu Perili, hayatta en çok ne istediğini?”
“Buldum ya.”
“Kayıt cihazını açabilir miyim?”
İlk defa biri, Perili’den bir şey yapmak için izin istiyordu.
“Açasın Altan Beyim.”
“Olur, seni dinliyorum.”
“Ben bayağı düşündüm. Üç gün sürdü. Para desem değil, dağ kadar para yaptım. Ev desen, evim var. Üstüm başım, eşyam, ayakkabım, tasım tarağım hepsi var. Ben sevilmek isterim Altan Beyim.”
“Nasıl sevilmek? Seni seven hiç kimse yok mu? Arkadaşların, yakınların?”
“Bizde arkadaş, komşu hep hısım akrabadır. Hep beraber oturur kalkarız. Onları hesaba katmam, büyük sorun yoktur aramızda. Ben filmlerdeki gibi sevilmek isterim.”
“Nasıl filmlerdeki gibi?”
“Filmlerde herkes birbirine sarılır. Ben de bir sarılanım olsun isterim, elimi tutanım. Çiçek tezgâhında ziyaret edenim. Derdiğim çiçeklerden bana uzatan, saçımı seven bir el isterim.”
Perili bunları ciddiyetle söylerken halıya, perdelere, pervaza konan kumrulara bakıyor, şeytan tırnaklarıyla oynuyor, farında olmadan ayak parmaklarını kıvırıyordu. Bir yandan utanıyor, bir yandan kendiyle ilgili konuşmak hoşuna gidiyordu. Bunun da ötesinde, anlatırken rahatlıyordu Perili Fatma. Niye bilmiyordu, ama Altan Bey’e güveniyordu. İçindeki ses onu asla yanıltmamıştı. Altan Bey iyi biriydi, ondan bir kötülük görmeyeceğinden emindi. Geçen haftaki hisleri, Altan Bey’in onu sevdiğine kendine inandırması, sevilme ihtiyacındandı.Aklı kandırmıştı onu.
“Perili, çiçek verirken iyi dileklerde, önerilerde bulunuyorsun ya –“şifa getire”, “şans getire”, “daha daha mutlu olasınız” ve buna benzer şeyler diyorsun ya– insanların yüzünde ne görüyorsun?”
“İlkin para için tatlı dilliyim sanırlar. Ne zaman ki sualsiz indirim yaparım, “ne verirsen” derim, üzerine bu dediklerini eklerim, işte o zaman yüzlerindeki çizgiler çözülür, dişleri görünür.”
Perili Fatma başını yana düşürüp güldü.
“Rahatlarlar. İnsanlar birbirine iyi şeyler dilemez olmuş Altan Beyim. O yüzden biri bir şey beklemeden iyi söylerse, altında önce bir şey ararlar. Ama benim laflarım kuşlar gibidir, her biri bir başına uçar.”
“Kaç tane sürekli müşterin var, hiç saydın mı?”
Perili durdu, avuçlarını açtı. Mırıldanarak parmaklarını birer birer kapatmaya başladı.
“Mavi gömlekli göbekli abi, şehlâ kız, ... Var on dört, on beş kişi.”
“Sence niye sürekli geliyorlar?”
“Çiçekse, karşı kaldırımda da var. İndirimse, onlar da yapar. Çiçek için değil, benim laflarımı duymak için gelirler. Bence gayet basittir. Çiçeklerimin onlara uğur getirmesini dilerim. Onlar da çiçeklerimin onlara uğur getirdiğine inanır. Ben onlara çiçeklerimi iyi hislerle uzatırım, onlar da kimlere verirlerse aynı hislerle uzatırlar. Çiçeği alan bu hisleri de beraber alır. Bence böyledir.”
Altan Bey, gülümseyerek Perili’ye baktı. Sonra konuyu fala getirdi.
“Ya fal baktıranın yüzünde ne görüyorsun?”
“Merak. Endişe. Öfke. Hırs. İntikam.”
“İntikam mı?”
“Tabii ya. Ne zannettin? Bazısı sadece kendiyle ilgili iyiyi duymakla yetinmez. Düşmanının başına ne gelecek, onu da bilmek ister.”
“Düşmanının başına gelecekleri söyleyince ne yapıyorlar?”
Perili yine kendini tutamayıp güldü.
“Ben bilemem ki kimin başına ne gelecek... Benim bütün sihrim geçmiştedir. Olmuşları söylerim, onlar geleceği de bileceğime inanırlar, ağzımın içine bakarlar. Ancak iki durumda gelecekten konuşurum. Bir, birinin ne yapacağını duymuşumdur. İki, ne yapacağına ben karar vermişimdir.”
“Sen nasıl karar veriyorsun?”
Perili, Bedia’ya yaptırdıklarını anlatırken, bu kez Altan Bey sesli sesli güldü.
“Orada iş kesindir, ayrılacaklar. Başı taraklı adam, nikâh demeye başlayan zamazingosundan buz gibi soğur.”
“Perili geçmişi nasıl bu kadar iyi biliyorsun? Sadece takip ederek mi?”
Uzun bir sessizlik oldu. Yerlere bakan Perili cevap vermekte gecikince Altan Bey ekledi:
“Kameranla bir ilgisi var mı?”
Perili’nin bu kadar açıldığı Altan Bey’den gizleyeceği yoktu artık.
“Vardır. Şu kaseti kapatırsan derim onu da.”
Kamerayı nasıl edindiğini, kullandığını bir çırpıda anlattıktan sonra
“Bana müsaade” dedi.
Yolda yürürken kendini biraz buruk hissetti. Sevilmek istiyordu ama yıllardır bir başına uyuyor, hasta düştüğünde bile çorbasını kendi pişiriyordu. İçinden “Ben sevilmeye layık değil miyim be ya!” dedi, “herkese nazar boncuğu dağıtır dururum, ben niye umutsuz olayım.”
Çiçek tezgâhının yanından geçerken Dişsiz Metin’e seslendi.
“Az bekleyesin, kahveye gidiyorum.”
Mahallenin esnafına iş yapan çay ocağına girdi.
“Kapının önüne bana bir sade kahve veresin. Bol telveli olsun.”
Yılların üzerine kendine fal bakacaktı.
18. bölüm 30 Mart 2018 Cuma hthayat.com’da...
YORUMLAR