25. saat; Yasımla temas

İşten eve dönüyorum. Soğuk Ankara günleri. Başımda şapkam, boynumda atkım, iş – ev arası 15 dakikalık yolu yürüyorum. Başım öne eğik, atkımı gözlerime kadar çekmiş, yüzümün tam olarak görülmediğinden emin bir halde adımlarımı atıyorum.


15 dakika; günlük rutinlerimin içine zımbalandığım bir hayatın koşturmacası içerisinde ağlamak için kendime izin verdiğim süre. Sanki 25. saat, dünya dışı bir alan ve ben tüm günümü o 25.saat için yaşıyorum adeta.


Yasımı nasıl ifade edebilirim diye o kadar çok soru alıyorum ki. Bir tarafım size işe yarayan, haliniz her ne ise derman olacak listeler vermek istiyor. Bir tarafım bunun doğru olmadığını, hatta daha da ötesinde mümkün olmadığını biliyor.


O yüzden kendi hikayemi anlatmak istiyorum.


Bilenleriniz vardır, yukarıda bahsettiğim dönem bundan on beş sene öncesine ait. İkinci oğluma oldukça nadir görülen nöroloji bir hastalık tanısının konulduğu zamanlar. O zamanki Berna, yoğun bir iş temposunda kurumsal hayatta çalışan ve yasla ilgili anlayışı bugünkünden oldukça farklı olan bir insan. Benim için o zamanlar yas ne demekti veya yasımla nasıl ilişkileniyordum diye dönüp bakıyorum; daha çok ölümle gelen kayıplara yas diyen, onun ötesindeki kayıplarının hissettirdiklerine üstesinden gelinmesi gereken bir sorun mantığıyla bakan ve bu anlamda her sorunu için bir iş & hareket planı geliştiren bir Berna görüyorum. Bir de kırılganlığın gücünü henüz keşfedememiş, gücünü, sorunları analiz edebilme ve çözme becerisinden alan bir Berna.


Bu yaklaşımlarım yanlış mıydı peki? Hayır, elbette yüzde yüz yanlış değildi. Ama yüzde yüz doğru da değildi. Daha doğrusu yeterli değildi. İş planları işe yaramayınca ne yapılırdı, hiçbir fikrim yoktu.


Canınızdan fazla sevdiğiniz bir kişinin kısa sayılmayacak bir süre ölümle yüz yüze yaşaması ve sonrasında durumunun, hayatı boyunca sonuçlarıyla yaşayacağı, ciddi boyutları olan kronik bir hastalığa dönüşmesi; halim buydu işte. Tüm hayatımı ve geleceğimi etkileyen (tümüyle değiştiren) böyle bir olayda yaslarımın hangisinden bahsedebilirdim? Bildiğim şekliyle işleyen hayata güven kaybı, geleceğe dair ümitlerimin kaybı, geleceğe dair planlarımın kaybı, rutinlerimin kaybı, bildiğim kimliklerimin kaybı, ilişki kaybı, yakınlık kaybı, finansal kayıp, fırsatların kaybı, dinlenme ihtiyacımın kaybı…Bir çırpıda sayabildiklerim bunlar. Yaşamının o anına kadar yası sadece ölümle ilişkilendiren bir insan için bunlar çok fazlaydı. Yaslarım benden çok büyüktü. Boyumu da kilomu da aşmışlardı. Ve ben onlarla ne yapacağımı bilmiyordum. İşin fenası etrafımda da bilen yoktu.



Benzer süreçlerden geçenler bilirler, böyle zamanlarda yaşananları sadece derin bir acı ve üzüntü kelimeleriyle tanımlamak yeterli olmuyor. Acı ve üzüntü dokularınıza kadar işleyerek gün boyunca hatta uykularınızda bile sizinle geziniyor zaten ama onun ötesi de var. Sanki narkoz verilmeden ameliyat yapılıyor gibi bir acıdan bahsedebilirim. Acının fazlalığından her an bayılabilirsiniz ama o bayılma noktasının tam eşiğinde bayılmadan yaşıyormuşsunuz gibi bir durum. Bu şekilde günlerim geçti. Sonra bir gün, nasıl olduğunu hatırlamadığım bir şekilde 15 dakikalarım başladı; kendi kendime yasım var diyebildiğim ve gözyaşlarımın akması için izin verdiğim zamanlar. Yasımı ilk ifade edişlerim. Kıymetini şimdi görüyorum.


Yasımın ifadesini 15 dakikayla sınırlı tutmamın sebebi, on beş dakikalık yürüyüşüm sonrasında eve ulaşmış olmamdı. Evde beni bekleyen iki ufak çocuk ve evde yapılacaklar listesi de aynı yasım gibi boyumu ve kilomu aşmıştı. O yıl 5 yaşında olan ilk oğlumun bu süreçten en az şekilde etkilenmesi için onunla geçirmem gerektiğini düşündüğüm zaman, ikinci oğlumun vücudunun sağ tarafındaki kullanma yetisini kaybetmiş olması sebebiyle fiziksel olarak yardıma ihtiyacı olan hali, planlanması ve yapılması gereken tonlarca iş. Bir dakika oturmaya vaktimin olmadığı zamanlar. Ve gene oğlumun sağlığı sebebiyle uykusuz geçirdiğim nice geceler (seneler).


Bunları anlatıyorum, çünkü biliyorum ki içinizden pek çoğunuz yaslı dönemlerden geçerken yasınıza yas diyemiyorsunuz ve daha da önemlisi yasınızı yaşamaya vaktiniz yok. Hayatın temposu öyle hızlı ve yapılması gereken işler listesi o kadar gerçek ki, tüm bunların üzerine yasın ve yas tutmanın ne olduğundan bihaber bir toplumda yaşıyor olmanın eksikliği ile yaşamaya devam etmeye çalışıyoruz.


Bilmeden hayatımda kendime verdiğim en büyük hediyelerden birisidir bu kısacık yürüyüş süresi. İş listemi hafifletemediğimden ve dış dünyamı yavaşlatama imkânım olmadığından, o an için koşullara tamamen teslim olarak yapabildiğimin & mümkün olanın en iyisini yapabilme halimdir o 15 dakika. Atkım yüzümde ağlayarak içimi temizlediğim ve bir sonraki gün içinde bunu yapacağımın teminatını kendime verdiğim, sadece bana özel bir yas alanı. Toplamda her gün 900 saniyelik bir ruh hijyeni.


Bu 15 dakikalık kendimle yas ritüelinin (evet bence bu bir ritüeldi) beni bugünlere ulaştıran yolun en temel taşlarından birisi olduğunu biliyorum. İnanın sürenin uzunluğunun veya kısalığının önemi yok. Önemli olan bir teslimiyet hali içerisinde – yasım beni aştı diyerek- yapabildiğim kadarı ile o alanı kendime yaratmak ve içimden gelen haliyle yasımı ifade etmekti. O zamanlar bu ağlamaktı. Ağladım. Benim için yürüyüş her zaman özel bir aktivite olmuştur. Bir nevi meditasyon gibidir, zihnimi temizler. Spor veya yoga yapmak için kendime ayıracak başka bir vaktim olmadığından 15 dakikayı bu amaçla kullandım. Hareket ve gözyaşlarımı birleştirdim. Bir de yüzümü saklamak için kullandığım atkı, anneme ait sevdiğim eski bir atkıydı. O zamanlar neden özellikle o atkıyı elimden hiç bırakmadığımı anlamamıştım ama şimdi görüyorum ki bir şekilde o atkı annem demekti. Annem, oğlumun hastalığına çok üzüldüğü için onun yanında ağlayabilecek durumum yoktu, onu daha fazla üzmek istemiyordum ama atkısı sayesinde aslında annemin yanında ağlıyordum. Atkı gözyaşlarımı sarmalayıp onlara güvenli bir kap oluyordu, yargısızca beni dinliyordu, hep yanımdaydı, sıcaktı, kavrayıcıydı. Harika bir yas eşlikçisiydi. Annemin veya çevremde olmasını arzu ettiğim desteğin somutlaşmış haliydi.


Bu yaşadığım süreci daha önceleri yaptığım her şey gibi bir listeye dönüştürebilir miyim? Evet, elbette yapabilirim. Ama dilerim ki anlattıklarımdan kendi listenizi çıkarmanız mümkün olsun. Bunun bir yolculuk olduğunu unutmayın; ruhsal acınızın fiziksel acı kadar canınızı yakabildiği, duygu durumunuzun her an değişebildiği, oldukça yorucu ve size kalsa daha kısa olmasını isteyeceğiniz bir yolculuk. Yasınız sizi aşıyorsa, onu daha büyük bir şeye emanet edebilmenizi dilerim; yasım benden büyük, peki ondan büyük ne var? Hava, güneş, su veya kutsalınız her ne ise… Teslimiyet halinde. Eğer herhangi bir sebeple yas sürecinizde desteklenmediğinizi düşünüyorsanız, kendinize benim gibi bir 25.saat yaratabilmenizi dilerim, 5 dakika bile olsa.


Bu yazdıklarım, yaslı iken neler yapılabilir listelerinin duaya dönüşmüş hali. Dualarımın hepimiz için kabulünü dilerim.


Yazının İngilizce versiyonu: 25th Hour: Getting in Touch with my Grief


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Sevgilerimi yolluyorum.yazinizi okudum.bana ii geliyor.yol gösterici veya iyi bı yoldayım gibi düşündürüyor bana.kucak dolusu aevgiler
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.