Aslında göçmemiş olanlar

Bir gün öleceğini düşünmek ile ölümün kendisini düşünmek arasında fark vardır. İlki, derin sulara yelken açmadan sığ kıyılarda yüzmenize olanak tanıyan, ayaklarınızın hala yere bastığı, hesabı daha çok gelecekte yapılabilecek yani ertelenebilecek bir durumken, ölümün kendisini düşünmek olayı şimdiki zamana çeker ve dikkatinizi kendisinden başka bir tarafa çevirmenize olanak vermez.


Bir gün öleceğini düşünmekle başa çıkılabilir mi? Soruyu bu şekilde sorduğumda evet. Ölümü düşünmeyerek. Çoğumuzun yaptığı gibi.


Ölümün kendisini düşünmekle başa çıkılabilir mi? Ölümün kendisini düşünmek ölümün zaten hep orada olan varlığının artık geri dönülemeyecek bir şekilde farkına vardığınız, belki sevdiğiniz bir kişinin ölümü veya kendi ölüme yakın deneyiminiz sonucunda ölümle göz göze geldiğiniz an başlar. Oradan geri dönüş olduğunu zannetmiyorum.


Ölüm sonrasında bu dünyada geri kalanlar için yas sürecinin kapısı açılır. Yas sürecinde daha çok ölen kişiye duyulan yoğun özlem ve kederli günler gündeme gelirken ölümün kendisiyle tanışıklığın yarattığı değişimler konuşulmadan kalır… Hâlbuki o derin dönüşümlerin yankıları devam eder; dipten, sessiz ve bazen şiddetli…


Ölümü konuşmayı bir tarafa bırakın, ölüm kelimesini kullanmaktan bile çekinerek sakladığımızı zannettiğimiz gerçeklerin ortaya döküldüğü ve bilmeden kapıldığımız “her şeyin kalıcı olduğu” fikrinin geri dönüşü olmayacak şekilde sarsıldığı yeni bir realiteye geçişin sancısıdır yas.


Yas, ölümü görmek ve bunun hayatınızı değiştirmesine izin vermektir.

Ölümü görmek, hem yaşamı (hayatınızı), hem ölümün kendisini şimdiki zamana getirmektir. Ölüm gerçeğini ‘’bir gün öleceğim’’ kalıbından çıkartıp, ‘’ölüm hep yanı başımda’’ farkındalığına dönüştürmektir. Şimdiki zaman dediğimiz kavram meşakkatli bir yoldur, çaba gerektirir. Çünkü toksik ertelemelere yer yoktur.


Bununla ilgili Stephen Jenkinson’ın Bilge Öl kitabından bir alıntı yapmak istiyorum:

“…Ölümünüzü görmeye razı olursunuz ve onu görür görmez yaşam anlayışınız değişebilir. Ölüyor olmanız gözünüzü değiştirir; gördüğünüz şeyi değiştirir ve böylece ölmeniz önce görmenizle başlar. Ölmeniz hayatınızın anlamını değiştirir.

Bu türden simyaya benzer bir şeyin gerçekleşmesi için rızanız ve alın teriniz gereklidir. Ölmenizin hayatınızın anlamını değiştirmesine izin vermenin bedelini, yaşamak ile ölmenin amacı hakkında yıllardır beslediğiniz düşüncelerin zulasından ödemeye başlarsınız. Kural olarak ölmek, yaşamanın anlamını ancak siz buna razıysanız ve ancak bedelini ödemeye, eski fikirlerinizi, çoğunlukla tek seferde avuç dolusu kaybetmeye hazırsanız değiştirebilir.”


Babam 2010 yılında beklemediğimiz bir anda öldü. Hiçbir kronik rahatsızlığı yoktu. Bir sabah evinde huzurlu bir şekilde gazetesini okurken kalbi durdu. Ölmeden bir gün önce annemle birlikte bize gelmişti. Oğlum Batu geçirdiği rahatsızlığın ağır fiziksel sonuçlarından bir parça iyileşmeye başlayarak o aralar kendi başına dengeli bir şekilde yürümeye başlamış ve o günün çoğunu da babamı at rolüne sokarak sırtında geçirmişti. Babam o gün çok mutluydu ve bizden ayrılırken Batu’yla hiç bu kadar güzel oynamadığını söylemişti. Belki de o gün, Batu’nun dedesine bir veda hediyesiydi…


Babamın ölümünü “gördüm”. Bunu, ölümünü fiziksel olarak görmek anlamında kullanmıyorum. Hem klasik anlamda bir yas sürecinden geçtim hem de bu ölümün hayatımı üzerine oturttuğum zeminleri tekrar inşasına şahitlik ettim. Jenkinson’ın söylediği gibi eski fikirlerimi avuç dolusu hatta kucak dolusu kaybettim.


Doğru, yas bir kayıptır. Ancak ölümle gelen yas, sadece sevdiğiniz kişinin fiziksel olarak kaybı değil, ölümle karşılaşmanın sizde yarattığı değişimdir. Eski kişiliğinizin, bildiklerinizin ve inançlarınızın kaybıdır. Bunca kaybın arasında elinizde tek gerçeklik olarak kalan “şu an” ile resmi olarak ilk buluşmanızdır. Görücü usulü evlilik misali başlayan bir ilişkidir. Yaşamın sizi, fikrinizi sormadan “geçicilik”le nikâhlaması ve “iyi günde ve kötü günde, ölüm sizi ayırana kadar” yeminini ettirmesidir.


“Şu an”la birlikteliğiniz kederli başlar, öyle de olmalıdır zaten, ama ölmenin her şeyi değiştirmesine izin verirseniz o keder, içinizde her daim yankılanan sorunun cevabının kulağınıza fısıldanmasına izin verir; geçmiş, kaybolmuş değildir. Geçmiş buradadır. Şimdinin sırrı da buradadır. Gizemli evliliğiniz boşuna değildir.


Sizler de hatırlayın. Ölüm var. Yasın, yani görücü usulü başlayan evliliğinizin kalpten gelen bir sadakat yeminine evrilmesine izin verirseniz duyacaklarınıza hazırlıklı olun. Jenkinson’ın sözleriyle bitirmek isterim: “Ama yıldız ışığının artık var olmamasını mümkün kılacak kadar uzun bir süre boyunca hayret verici bir mesafe kat etmiş olması ve bunların çoktan yaşanmış olması ve senin karanlıkta göçmüş bir yıldızın ışığıyla aydınlanan yüzünle hepsini, orada olanı ve olmayanı, tanıklığınla taçlanmış her şeyi görerek orada öylece duruyor olman: İşte bu hayret edilecek bir şey ve şüphesiz huşu duygusu içimizde böyle doğuyor. Göçmüş olanı ya da onun aslında göçmüş olmadığını, hatta her ikisini de görebilirsin. Olağanüstü.”


Yazının İngilizce versiyonu: The Ones Who Haven’t Migrated Yet



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.