GAYE...
İşte en zor söyleşim...
Yılların gazetecisi Doğan Satmış' la konuşuyoruz... Baba, kadın dostu, sosyal projeleri destekleyen gerçek insanlardan biri ve benim ilk danışmanım...
Danışmanım dedim, çünkü sivil toplum liderliği yolumda "Nerede?", "Ne zaman?", "Neyi nasıl yapabilirim?" şeklindeki tüm sorularımı yönelttiğim ilk isim.
Senelerdir diyetli çocuklar için yaptığımız projeleri yazdı, yaptığımız her etkinliğe gazetede yer vermeye çalıştı, şimdi gelin görün ki ben O'nu yazıyorum..
Çünkü, gerçek haberlerin peşinde koşarken bir taraftan da, gerçek hayatta kanadı kırılan dört kadının çarpıcı hikâyelerini ve ortak sonlarını kaleme alarak şu an elimde bulunan harika bir kitaba imza attı; adı "GAYE" !
Sakın bunu amaç olarak algılamayın, buradaki GAYE, kitapta yer alan dört kadının baş harfi.
Gizem, Arshalus, Yasemin, Elsa.
Şimdi susuyorum ve bu kitap nasıl oluştu diyerek klasik bir soruyla söyleşiye başlıyorum.
Kitap nasıl oluştu anlatır mısınız lütfen?
Kitap, konu aldığı dört kızın tesadüf sonucu karşıma çıkmalarıyla oluştu. Bu kızların öykülerini görünce, "Acaba bunları bir araya toplamak mümkün olabilir mi?" diye düşündüm ve bilgi toplamaya, yazmaya başladım. Önce Elsa çıktı karşıma, bir kitapta adı geçiyordu ve mezarı benim evime çok yakında bir yerdeydi. Sonra Arshalus'un öyküsüyle karşılaştım, Erivan'da bir müzede, onun yazdıkları ile karşılaştım. Derken Yasemin'i hatırladım ve Gizem olayı, o zaten önümüzdeydi, yani hepimizin gözleri önünde yaşandı.
Yazmaktaki amaç neydi peki?
Aslında bir amacım yoktu. Sadece, bu topraklarda doğmuş, yaşamış, büyümüş genç kızlardı onlar. Tabii hepsi bir araya gelince, ortak noktaları göze çarpmaya başladı. Din ve ırk farklılıkları kaçınılmaz olarak dikkat çekti. Farklı ırklara, farklı dinlere hoşgörüsüzlük ve genel olarak ırkçılık tabii ki bu kitabın içinden fışkırıyor.
Gizem, ırkçı bir olayın kurbanı olmuştu, Elsa bir aşkın kahramanıydı ama farklı dinler etkileyiciydi, Yasemin mezhep farkı kurbanıydı, Arshalus ise dini ve ırkı nedeniyle yollara dökülmüştü.
Bu şiddet hiç bitmeyecek mi?
Şiddet, kolay kolay bitmez. Özellikle, dünyada refah düzeyi en üstteki ülkeler dışında artarak sürüyor, görüyorsun. Daha düne kadar barış içinde ama baskı altında yaşayan Arap ülkeleri bile şimdi şiddete batmış durumda. ABD müdahalesiyle Irak, her gün insanların öldüğü bir ülkeye dönüştü. Suriye, Afganistan görüyorsunuz ortada. Sadece İslam ülkeleri de değil şiddette sahne olan. Ama refahın artmasıyla şiddetin azalması ters orantılı. Yani ne kadar refah, o kadar az şiddet. Yapacak şey de ekonomik olarak güçlenmek ve refaha kavuşmaya çalışmak olmalı. Öyle anlaşılıyor.
Neden toplumumuzda erkek +1 , kız -1 gibi algılanıyor?
Bu da refahla ilgili. Özellikle kırsal kesimlerde, erkek ailenin devamı, para kazanmanın yolu olarak görülüyor. İnsanlar kalkındıkça, refah arttıkça, bu anlayış değişiyor. Din ve ahlk etkisi de var tabii. Çare gelişmişlik.
Bildiğiniz gibi özellikle İstanbul gibi büyük kentlerde kadınlar ekonomik özgürlüğe sahip oldukça bağımsızlaşıyor ve ailesine karşı, baskı yapmak isteyene karşı daha bir cesaretle dikilebiliyor.
İnsan sizce ne zaman siddet uygular, bizde bir istatistik var mı?
Şiddetin kriz dönemlerinde arttığını rahatlıkla söylemek mümkün. Yani birinin işsiz kalması, daha az kazanmaya başlaması gibi. Ayrıca alkol benzeri alışkanlıklar da şiddeti körükleyen unsurlar. Özellikle doğuda, töre ve ahlâk değerleri de şiddeti maalesef körükleyen etkenler.
Bu konuları çözmek ve engellemek hakikaten toplumsal eğitimden, anlayıştan geçiyor? Peki kitabın satışı nasıl, yani okunan bir kitap mı sizce?
Çok fazla satıldığını söylemek zor. Çünkü yüzbinlerce basılan değişik kitap var. Ancak benim ilk roman denemem olması, buna rağmen basılıp konuşulur hale gelmesi bence başarı. Pek çok ünlü yazarın ilk roman denemelerinin basılamadığını, yazarların kendileri bile söylüyorlar.
Diğer kitap satışları için ne düşünüyorsunuz? Bazı kitaplar haketmediği halde bence fazla satıyor, ne diyorsunuz?
Pembe seri benzeri aşk kitaplarının milyonlar sattığı gerçek. Tüm dünyada best seller olan "Grinin 50 Tonu" serisi de malum. Ancak bence bunun hiçbir sakıncası yok. Sonuçta, insanların okudukları kitaptan hoşnut kalmaları ve hoşça vakit geçirmeleri önemli. Kitap, film, tiyatro, benzeri kültürel faaliyetlerin temel amacı insanları eğlendirmek, düşündürmek.
Düşünsenize, bazı insanlar da haftada bir gün 1.5 saat maç seyredebilmek ve bunun keyfini çıkarmak için stadlarda kombine koltuklar satın alıp ciddi harcamalar yapıyorlar. Gönül ister ki, herkes toplumsal sorunlara daha ciddi yaklaşıp taşın altına elini koysun. Ama bütün insanlardan bunu beklemek de haksızlık olur. Sonuçta önemli olan insanların okuması. İster aşk romanı okurlar, ister başka şey.
Sonraki kitap ne olacak, yine gerçekler mi?
Gazeteci olmam, habercilik geleneğimden geliyor olmam, bunu gerektiriyor galiba. Gerçek olmayan bir şeyle uğraşmak, gerçekçi gelmiyor bana. Ancak romancılık da insana hayal kurma, kurgu şansı veriyor. İkisini bir araya getirebilecek yeni bir kitap düşünebilirim. Kafamda bazı projeler var.
Ancak bir kitap için 1 yıl uğraşıp, okurlardan övgü almak yazarlığın tek tesellisi galiba, bakalım...
Kitabın bazı sayfalarında, özellikle Arshalus'un öyküsünde, "Olmaz, bu kadar olamaz" dedirten bölümler var. Yasemin'in Madımak öyküsü de çok acımasız sahnelerle dolu. Sormaya çekiniyorum ama gerçekten gerçek miydi okuduklarımız?
- Maalesef önemli oranda gerçekler böyleydi. 1915 yılında Anadolu'da yaşanan Ermeni tehcirinde acı olaylar yaşandı. Çok sayıda insan, bir günde evlerinden barklarından koparak yollara döküldü, çoluk çocuk, aylarca yürümek zorunda kaldı, çok fazla kayıplar oldu. Yasemin'in yaşadıkları da malum, Madımak Oteli, herkesin gözü önünde, 7-8 saat süren olaylara rağmen önlem alınamadığı için yakıldı, insanlar boğularak öldürüldü. Bunlar acı, hakikaten ağır gerçekler. Umarım, bir daha böyle olaylar yaşanmaz, kimse de bu olayları yazmak zorunda kalmaz.
Elsa'nın katilinin Bakırköy Akıl hastanesi'nden kaçtığı bölümler var. Akıl hastanesinden nasıl kaçmış peki?
Evet evet gerçekten kaçmış, buna ilişkin belgelere ulaştım. Belgeler eski Türkçe'ydi, onları okuttum. Bakırköy'deki hastaneden kaçıp Elsa'nın Ulus'taki mezarının başına kadar gelmiş ve hüzünlenmiş. Bunlar, bu kitapla ilk kez gün ışığına çıktı.
***
Bunları her kim olursa olsun yaşamak, şahit olmak, yaşatmak utanç verici. Diğer yandan ben de her zaman gerçeklerden ve gerçekçilikten yanayım. Maalesef istemesek de onaylamasak da görüyoruz, okuyoruz ve duyuyoruz.
Taşın altında bir el değil binlerce el olmalı ki refah içinde bir toplum haline gelebilelim... Bu durumda size güzel yaşanmışlıkları ve örnek alınacak gerçekleri yazmanızı diliyorum. Mücadele ile dolu olan başarı öyküleri gibi... Kim bilir daha ilham verici belki de daha güzel hayalleri hakikate taşıtacak hayatlar...
Kaleminize, duyarlılığınıza, fikirlerinize ve aklınıza sağlık ....
Teşekkür ederim.
YORUMLAR