Biz mutluyduk ama
Salata kurutucusunun tutacağı kopmuş, ama yerine takıp dikkatlice çevirince iş görüyor. “Yenisini alalım” diyor adam her defasında, kadın “Hı-hı” diye karşılık veriyor, sonra unutuyorlar. Kadın, her çorba içişlerinde söylemese bile içinden geçiriyor. “Bunlar bembeyaz, hastane kâsesi gibi. Renkli, neşeli bir şeyler alalım.” Adam “Hı, hı” diyor”. Kadın, indirimi bekleseler daha iyi olacağını söylüyor. “Mumlar da azaldı, hepsini beraber alırız.” Kış indirimi gelip geçiyor, geçen yaz indirimi gibi. Yemeği, mutfağın girişine kurdukları üzeri kâğıt, mektup, dergi, kitap kaplı masada yiyorlar. Arada bir mırıldanıyorlar. “Toplamak lazım.” “Hı-hı.”
Bulaşığı elde yıkıyorlar, makineleri yok. Sıraya koymamışlar, hangisi yorgun değilse çabucak sudan geçirip bulaşıklığa yerleştiriyor. Süzülüp tezgâha akan su yürümesin diye, katladığı kuru bezi bulaşıklığın yanına sıkıştırıyor. Sonra çay demliyor. Yanına da biraz kuru üzüm, çikolata, lokum, artık evde ne varsa, onu koyuyor.
Yer çıplak, bir yıldır halı alacaklar. “Olsa iyi olur, soğuğu keser” diyorlar. Yatak odaları fazla ısınmıyor. “Yorganın üzerine battaniye bakalım, sıcak tutar” derken, salondaki kanepenin üzerine serdikleri polar battaniyeyi örtmeye başlıyorlar. Polar battaniye, her gün salonla yatak odası arasında gidip geliyor, gece üstlerinde, akşamları altlarında.
Televizyonları yok, koltukları da. Büyükçe bilgisayar ekranından izliyorlar filmleri, dizileri. Misafir gelince sandalye çekiyorlar kanepenin yanına. Mini buzdolapları, gereken her şeye yer açıyor. Arada bir, biri “şu kalmamış, bu kalmamış” diye bozuk atarsa, diğeri “olana konsantre ol o zaman” diyor, gülüveriyorlar.
Onlara bakınca, aklıma Kemal Sunal’ın eşi Gül Sunal’ın bir televizyon programında söyledikleri geliyor. Henüz yayınlanan kitabındaki bir bölüm üzerine konuşuyordu. Oturdukları evde öyle çok rutubet varmış ki, misafir geleceği zaman patates kızartırlarmış, o rutubet kokusunu bastırsın diye. Gül Sunal’ın üzülen sunucuyu teselli ederkenki hali hep aklımda. “Biz mutluyduk ama...”
Ziyaretten ziyarete gördüklerime bakarak, yılın ya da dünyanın en mutlu çifti ilân edemem onları. Kendi başlarınayken neler yaşadıklarını bilemem. Gül Sunal’ın sözlerini hatırlarken evlerinde, mutluluk üzerine düşünüyorum. O an var olana, o an ellerinde olana razı gelip, o koşullar içinde keyif yapacak, mevcudun tadını çıkaracak fırsatlar yaratıyorlar. Birbirlerini de eleştirmiyorlar, en azından başkalarının yanında. İkisi de birbirini nasılsa öyle kabul etmiş. Üzerine kat çıkmaya, değiştirmeye, başkalaştırmaya, düzeltmeye çalışmıyor.
Kaçımız böyleyiz? Yapsaydık bu kadar ayrılır, boşanır mıydık?
O renkli çorba kâseleri, tutacağı kopmamış gıcır salata kurutucuları, yazlık kışlık battaniyeler, halılar, duvarları boydan boya kaplayan televizyonlar, iki kapılı buzdolapları, koltuk takımları kurduğumuz yuvalara mutluluk taşısaydı, hangimiz yuvamızdan, o yuvayı beraber kurduğumuzdan, o yuvada beraber yaşadıklarımızdan ayrılırdık ki?
Önemli olan, nelerin olmadığı değil, nelerin olduğu. Olmayanları kimlerle, nasıl oldurduğun. O yeşil yaprakları kuruturken, o çorbayı içerken nasıl hissettiğin, neler konuştuğun, nelere güldüğün. Peynir çıkarmak için eğildiğin o mini buzdolabında dünyayı görmen.
Tutacağı yerinde duran salata kurutucuları, renkli çorba kâseleri, halılar, kışlık yazlık yorganlar olmasa da olur.
YORUMLAR