Duvarın içinden gelen tıkırtı
Eski evde, bitişik komşuyla beraber yaşıyor gibiydik. Sabah gözleriyle beraber açtıkları televizyonu sanki beraber izliyorduk. Yarı sağır anneanne duyabilsin diye sesini sonuna kadar açtıkları dizilerin dramatik replikleri, romantik müzikleri evde yankılanıyordu. Telefonda kız kardeşine söylediklerinden akşam oturmasına kimler gelecek, toplam kaç büyük, kaç çocuk olacak, mutfakta ne pişecek, masa bahçenin hangi köşesine kurulacak, hava bozarsa maç içeride alt katta mı yoksa yukarıda mı izlenecek, hepsini önceden haber alıyorduk. Hepsi ev sahibinin hatasının mı diyeyim, yoksa açgözlülüğünün mü artık bilmiyorum, onun sonucuydu. Dış izolasyonunu ihmal etmediği, ama iç duvarlarının kağıt helva gevrekliğini de sorun etmediği müstakil evini ikiye bölüp, iki giriş kapısı taktırıp büyük parçasını geniş aileye, küçük parçasını çocuksuz çifte kiralamasının bir neticesiydi.
Yaz zamanı nispeten kolaydı. Biraz radyo açıp, biraz işi şakaya vurunca gün geçiyordu. Fakat havalar soğuyup içeri girince, karantina da yeniden başlayınca işler zorlaştı. Gündüzleri radyo açarak dizileri duymamaya, geceleri uyku meditasyonları ile kısa masallar dinleyerek uyumaya çalıştık. Kulak tıkacından da medet umduk. Ne var ki, kış gelince tek ısınma araçları olan ve bizim oda duvarına monte edilmiş bulunan, eski klimanın bütün gece traktör gibi çalışması karşısında taşınmaktan başka çare kalmadı. Kaçarak uzaklaşmak, burada uygun bir tabir.
Yeni ev vaha gibi geldi. İzolasyon iyi, üst katta tek, sessiz, nazik bir kadın oturuyor. İlk akşam sakin geçti. Sadece gece, aralıklarla süren bir tıkırtı duyduk. «Herhalde kedi» dedik. «Gece fazla çiş-kaka yapıyor, kumunu eşeliyor, onun sesi. Konuşuruz komşuyla, bir-iki gün geçsin de…» Ancak ertesi gece tıkırtı daha duyulur oldu. «Kedi değil de hamster olabilir. Gece hareketli oluyorlar ya, oyuncaklarını kemiriyordur.» Artık üçüncü akşam, iyice yaklaşan tıkırtılara kazıma efektlerinin de eklenmesiyle ortada kedi ya da hamster olmadığı anlaşıldı. Sesler komşudan değil, banyoya bitişik duvarın içinden geliyordu. Küçük havalandırmadan içeri girmek için nasıl bir istek duyuyorduysa, metal mazgalı zorluyordu. Tabii ki sadece kazımakla kalmıyor, amacına ulaşamadıkça bir sağa bir sola hızla gidip geliyor, adım sesleri duvarın içinde yankılanıyordu. Uzaklaştırmak için o an tek yapacak şey duvara vurmaktı. Her gelişinden sonra duvara vurmak işe yarıyordu. Ancak bu tetikte beklemek, bir süre ses gelmeyince uykuya dalmak, tam dalmışken kazıma sesiyle tekrar uyanmak demekti.
En zor durumların en az bir olumlu yanını bulma, görme önerisinde bulunan terapistlere müteşekkirim. Neyse ki içeri giremeyeceğinden emindik. Gelgelelim zor durumun iyi tarafını görmek, sadece o zorluğu atlatana kadar geçirdiği sürede insanı güçlü kılmaya yarıyor. «Nasılsa az kaldı.» «Nasılsa bitecek.» İyi de «Ne kadar kaldı?», «Nasıl bitecek?»
Seçenekleri şimdi sıralamak istemiyorum. İşleyişleriyle, sonuçlarıyla yeterince rahatsız ediciler. Anahtar soru şuydu: «En kolay nasıl kaçırırız? Bir daha gelmemek üzere, nasıl gider?» Düşünüp durmakla geçti öğleye kadar. Eski ampuller vardı. Dışarıda, bir kartonun üzerinde taşla kırdık. Havalandırmayı açıp içeri, yere bıraktık. Ertesi gece deliksiz uyuduk. Herhalde gün içinde geldi, ortam hoşuna gitmeyince geri döndü.
Ya cam kırıklarını bırakacak havalandırma olmasaydı? Duvarın içinde deli gibi bir sağa bir sola koşup duran, betonu kazımaya çalışan komşuyla uykusuz geceler garantiydi. Şimdi dönmemesi garanti mi? Hayatın bana öğrettiği, hayatta garanti olmadığı ama daima sorun gibi, eğer ararsan çözümün de bir yerlerde beklediği.
Hayatta hep öğrenecek bir şey var. Kendi adıma son öğrendiğim, insan komşunun gürültüsünün kıymetini bilmek.
YORUMLAR