Öz
Geçtiğimiz günlerde izlemiş olduğum bir yayındaki paylaşımda geçen özgüven kelimesi içimde birtakım kıvılcımlar yaktı, defterime not ettim ve şimdi buna dair yazmaya başlıyorum. Bakalım neler dökülecek... (İnanın ben de bilmiyorum)
Öncelikli kıvılcım, bu zamana kadar bu kelimeyi daha ziyade bilgi, beceri, deneyimlerimize olan güven olarak algılarken o gün birdenbire öz kısmının idrakine varmam ve içimde, bu köşedeki yazılarda da zaman zaman anlatmaya çalıştığım bir yerden titreşmesi oldu.
Öz sözcüğü bana iç sesi, ruhun sesini ve bu durumda özgüven, ruhunun sesine güvendiğin ve buradan gelen yönlendirmeler doğrultusunda yaşamaya izin verdiğin bir akışı işaret ediyor. Ruh kelimesi bir şey ifade etmeyenler bunu kalbinin sesi olarak okuyabilir, o da manasızsa yerine başka bir şey koyabilirsiniz. Önemli olan, sözcükten ziyade içimizde bizi bir şeylere, bir yerlere davet eden ve bir şeylerden, bir yerlerden uzak tutmak isteyen bilge sesin varlığı ve bizim onu dinleyip dinlemediğimiz.
Tabii hemen şu konu zihnime düşüyor: İçimde gezinen bir sürü duygu, düşünce, niyet vs. var. Bunlardan hangisinin ruhumun / kalbimin / özümün sesi, hangisinin toplumsal alandan akan ezberler olduğunu; hangisinin beni kaderime ve mutluluğa, hangilerinin sıkıntıya, derde götüreceğini nasıl bileceğim? Bir yerlere, bir mekâna, bir bölgeye, bir projeye çekiliyorsam, bu gerçekten de özümün beni olmam gereken yere ve şeylere daveti mi, değil mi; nasıl anlayacağım? Bir yerlerden, bir şeylerden itiliyorsam bu, tam da uzaklaşmam gerektiğini bana hatırlatan bilge iç sesim mi yoksa atmam gereken adımları atmaktan imtina eden egosal engellerim ya da aslında aşmam gereken korkularım mı?
Bu satırlara aşina olan dostların tahmin edeceği üzere, bu soruların hiçbiri için hazır reçeteler, kestirme cevaplar vermeye yeltenmeyeceğim elbette. Sonsuz sayıda değişkenin etkisi altında var olan her bir insanın yolculuğu ve şartları o kadar biricik ki "bu budur", "şu şöyle olmalı" gibi cümleleri uzay boşluğuna salmanın ve ses ve düşünce kirliliğine yenilerini eklemenin hiçbir anlamı yok; bana göre. Her birimiz hayatı kendi şartları, koşullanmaları, sosyal çevresi, eğitimi ... üzerinden okuyor, okumaya çalışıyor ve her birimizin yaşamdaki dersleri, öğrenmesi gerekenler farklı. E doğal olarak her birimizin atması ve atmaması gereken adımlar da birbirinden epey farklı.
Kimi temel noktalarda kesişsek de biricikliğimiz bizleri özgün olmaya davet ediyor. Özgünlük bizi özgürlüğe götürecek ve işte bunlar için de öze güvenmek gerekiyor. Evet hepsi de öz ile başlıyor; ne tesadüf (!)
Reçete bu işte: özgün, özgür ve özgüvenli olmak. Fakat bu öyle bir reçete ki üzerine öz ile başlayan sözcükler yazılmış olsa da kalanı boş bırakılmış. Zira bunu dolduracak olan her birimizden başkası değil; yaşam yolculuğunda her birimizin doktoru kendisi. Her birimizin ilacı, tedavisi, yaşam koşulları kişilerin kendisi tarafından belirlenmeye muhtaç.
Kolaya kaçmak* mümkün elbette. Gözümüzü açtığımız dünyada bize anlatılanlar üzerinden, üstümüze geçirdikleri gömlekle, ne söylenirse bunu doğru kabul edip çok da sorgulamadan yaşamak mümkün. Özünü bulmakmış, içini dinlemekmiş, kendini gerçekleştirmekmiş; bütün bunlar zahmetli geliyor olabilir.
* Aslında zoru seçmek; çünkü bu seçenekte her daim kendinden uzak yaşamak ve kendinle çelişme hâli var...
Zaman zaman gerçekten de öyle. Bu yollara girip de "Keşke bu farkındalığa erişmeseydim, keşke avmlerde takılmakla yetinebilseydim, keşke yüzeysel bir yaşam yeterli olsaydı." diyen dostlar görmedim değil. Kendi ile yüzleşmeye, çalışmaya başladıktan bir süre sonra yorulup yan çizmek isteyenlerde bu tip yan etkiler ortaya çıkabiliyor. Ve burası gerçekten de zorlu bir yer, zira tam anlamıyla araftan bahsediyoruz; tam bir sıkışmışlık hâli! Ne eski yaşamının içine sığabilmek ne de yeninin ne olduğunu bulmak için gerekli eforunun kalması... Artık hiçbir şekilde tatmin olmayacağın için geri dönsen dönemezsin; ileri gitmek istesen nasıl gideceğini bilmiyorsun. Kaybolmuşsun!
İyi haber, bu kaybolmuşluğu belli zamanlarda -bu satırların yazanı dahil- hemen herkesin az ya da çok, sık ya da seyrek yaşıyor olması ve yalnız olmadığınız. Kötü haber, yeniden yolunu bulmanın yine senin işin olması, kimsenin senin özgün yolunu senin adına belirleme iradesinin olmadığı, olamayacağı; yani bir anlamda da yalnız olduğumuz. :)) Ve fakat şimdi elimize geçen bir son dakika iyi haberi daha var: Yalnız olduğumuz bu yolda tek başımıza değiliz. Dostlar, öğretmenler, yaşayan ve yaşamayan yol göstericiler, gurular, hocalar, kitaplar, sanat, doğa, tırtıl, dağ, taş var yönümüzü bulmamızı sağlayan. Nihayetinde özgün yolumuzu belirleyen ve oradan yürüyecek olan bizleriz ama bu yolculukta omuz omuza, destekleşerek ve dayanışarak yürüme şansımız var çok şükür ki. İnsanlar ve canlı-cansız tüm varlıklar yoldaşımız, hocamız, pirimiz; bakmasını bildiğimiz, görebildiğimiz takdirde.
Yolumuzu görebilmek, ihtiyacımız olanı duyabilmek için başlıca gereklilikler ise, bana göre, yaşamımızda boş alanlar açmak ve yavaşlayabilmek. Boş alanlar açmak önemli, ki yaşam bizi doldurabilsin. Bilmemenin içinde dinlenebildiğimiz, yaşamın içimize üfleyeceği oluş hâllerini ve adımlarını duyabilmemiz için bunla kalabilmek çok önemli. Ve aynı şekilde yavaşlamak da öyle... Daha yavaş hareket etmemiz, daha yavaş düşünmemiz, başta zihnimizi sakinleştirmemiz, yavaş yememiz, yavaş üretmemiz ... yani topyekün bir yavaş dönem gerekli.
Birçoğumuz hızın ve doluluğun içinde kaybolmuş durumdayız. Böyle bir yaşam içinde iken elbette ki kalbimizin sesini duymamız çok zor. O bizle derinden ve güçlü bir şekilde her daim konuşur ama anlayabilmek için dikkat kesilmek, incelmek gerekir. Bunun için yapmamız gereken başlıca şey durmak, yavaşlamak, alan açmak. Sonrasında oradan alacağımız sinyaller üzere yaşamaya başlamak ve bu şekilde devam etmek mümkün. Bence doğru yaşamın sırrı, bu şekilde bir varoluş hâlinden geçiyor.
Yavaşla, yavaşla...
Öz'üne güven! Ona kulak ver...
Reçeteni yaz, yaşama geçir...
Gerisi özgünlük, özgürlük...
Gerisi iyilik, güzellik...
Gerisi kendinlik, kendiliğindenlik...
Gerisi kut'lama...
YORUMLAR