Denizleri aş da gel kurbanın olam!
Superman’ın göğsünün ortasında kocaman bir ‘S’ harfi bulunan mavi taytı, kırmızı pelerini ya da Batman’in yarasa kulaklı maskesi neyse Özcan Deniz’in siyah takım elbise içine beyaz gömleği de o! Tıpkı bir ‘süper kahraman’ gibi her dizisinde ve filminde üzerinden çıkarmadığı ‘siyah takım elbise-beyaz gömlek’ onun klasik kostümü gibi...
Geçenlerde Moviemax Türk’te Su ve Ateş filmine denk geldim... Özcan Deniz metruk bir binada ‘siyah takım elbise-beyaz gömlek’le durmuş Pelin Akil’e bakıyordu uzun uzun... Geçen 10 yılda Asmalı Konak’tan Haziran Gecesi’ne değişik fonlarda değişik kadınlarla birçok kez gördüğümüz bu ‘klasik’ karenin ardından önceki gün Hürriyet Pazar’da Ayşe Arman’ın arkadan sarılıp göğüslerini avuçladığı Özcan Deniz fotoğrafına denk gelince bakakaldım uzun uzun...
Dokunuyor, yaşıyor, hissediyor
En gurur duyduğu filmlerin kendi hikâyelerini anlattığı filmler olduğunu, işin inceliklerini ‘dokunarak, yanarak, düşerek, kalkarak’ öğrendiğini söyleyen Özcan Bey, işin eğitimini alma konusunda ise tam da bu toprakların insanlarına has bir cevap veriyor: “Benim bünyeme ters gelirdi! Benim dokunmam, hissetmem, yanmam, yaşamam gerekiyor...”
Yeni dizisinde ‘aile, gelenekler, iki kadın vb.’ arasında kalan ‘siyah takım elbise-beyaz gömlekli’ bir erkek olarak ekrana gelip izleyiciyi ‘hiç şaşırtmayacak’ olan ‘dokunarak, yanarak’ öğrenen şarkıcı, yönetmen, senarist Özcan Deniz yılda 30 milyar dolardan fazla gelir elde eden Hollywood için de raconu kesiyor Ayşe Arman’a: “Hollywood da şu anda hiçbir şekilde döktüremiyor, çıkarsa bir şeyler bağımsız sinemadan çıkıyor...”
Özcan Deniz’den döktürme dersleri
Avatar’dan X-Men’e, Hobbit’ten Iron Man’e, Frozen’dan Up’a, Avengers’tan Hunger Games’e her türde ve ebatta film üreten Hollywood’un ‘döktüremediğini’ söylemek de ancak her rolünde ‘siyah takım elbise, beyaz gömlekle’ kameraya sert sert bakan birine yakışırdı zaten...
Lost, The Wire, Breaking Bad, Homeland, 24, House of Cards, Downtown Abbey, Office ve Modern Family gibi diziler yapan adamların ‘döktürmeleri’ için ‘Batı’dan Doğu’daki köyüne dönmüş, ailesi, sevmediği eşi ve güzel fakir kız arasında kalmış ‘modern ağa’ gibi ‘dökülen’ bir konu bulmaları için ‘dokunarak, yanarak, yaşayarak’ yaratmaları gerekiyor tabii...
Hepimiz Abdurrahman Çelebi’yiz
Sadece Özcan Deniz değil hepimiz, ‘Koyunun olmadığı yerde kendini Abdurrahman Çelebi sanan keçiler’ gibiyiz... Bu sporda da böyle, sanatta da... O yüzden Özcan Bey’in dizisini yazan senaristlerin işine karışıp “Valla onların yerinde ben olsam beni tepe tepe kullanırım” demesiyle “Ben teknik direktörlere antrenörlük kursu veririm” diyen Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav arasında bir fark göremiyorum. Sonuçta o da işi ‘dokunarak, yanarak, hissederek’ öğrenmiş...
Yalnız kazan hep beraber kaybet!
Bölüm başı 90 bin lira alan Deniz’in “Adama o parayı kazandırtan bensem alacağım tabii. Ana malzeme benim. Arkamda 80 kişi var... Ayrıca riski sen alıyorsun başkaları değil” sözlerinin mürekkebi kurumadan diğer soruya verdiği cevap tam ibretlik!
Deniz, Kurt Seyit Şura dizisi reytinglerde kötü gittiği için eleştirilen Kıvanç Tatlıtuğ’a sahip çıkarken, “Dizisi tutmadı, Kıvanç bitti, bilmem ne oldu gibi söylemler çok acımasız ve yanlış. Çünkü bu işin yazarı, yönetmeni, yardımcısı filan da var bir kişiye yüklemek haksızlık” diyerek ‘galibiyette imparator benim, mağlubiyette herkes suçlu’ felsefesinin has bir örneğini birkaç cümle arayla vermeyi başarıyor!
Ben de Özcan Deniz gibi ‘büyük cümleler kurmayı’ sevmiyorum. ‘Elimdeki materyal neyse’ onu kullanıyorum ve tam da bu noktada aklıma “Bana iki ayna verin size içinden çıkılmaz bir labirent yapayım” diyen Borges geliyor... Spordan sanata, bilimden medyaya hepimizi kendimizi dev gibi gösteren aynaların içinde yolumuzu kaybetmişiz gibi görüyorum.
YORUMLAR