Tablo gibi adamım!
Louvre Müzesi’ndeki Mona Lisa’ya da camcı vitrinindeki dağ bayır resmine de aynı gözle bakan bir adam olarak Katalan ressam Miro’nun eserleri beni neden bu kadar heyecanlandırıyor anlayabilmiş değilim. Aslında biraz daha açık olmam gerekirse Miro’ nun resimlerinden de en az Mona Lisa’dan anlamadığım kadar bir şey anlamıyorum. Ancak bir dergide ya da duvarda ne zaman bir Miro resmi görsem öyle bakakalıyorum... Benim bu kurbağa gözlerim Monet de gördü Dali de, Van Gogh’a da baktı aval aval Chagall’e de ama hiçbiri beni Miro kadar neşelendirmedi ne yalan söyleyeyim...
Miro’nun bana bir sorusu var!
Geçen hafta Floransa’da Palazzo Strozzi’de birkaç adım ötemde duran Miro’nun gözlerinin içine bakarken ne tulum peynirini ülkemin, ne ezan sesini, ne Nihat Doğan’ın muntazaman alınmış kaşlarını ne de Pascal Nouma’nın kıç çatalını özlemiştim... Gözlerimi Miro’nun elma yanaklarına dikmiş, onun renklerinde çizgilerinde beni büyüleyen şeyin ne olduğunu söylemesini bekliyordum... Ama o benim beklediğim cevabı vermek yerine oto portresinin yanı başına yerleştirdiği notla bana, “Al bir kaya nerene dayarsan daya” diye özetlenebilecek bir soru sordu: “Sen kendi portreni yapsan neye benzerdi? Yüzüne neleri koymaz ya da neleri daha farklı çizerdin?”
Her şeyden önce gözlerim gelir
Miro’nun kepçe kulaklarından gözlerimi alamazken, bir cevizden hallice olduğunu düşündüğüm beynimin içinde Tom Waits’in, “Aynaya baktığımda başka bir yüz görmek istiyorum” diyen sesi eşliğinde kendi resmimi yapıyordum... Önce gözlerimden başladım. Zaten ben kendimle ilgili her şeye gözlerimden başlıyorum. En son bir ‘makavara papağanı’nın gözlerine benzetilen gözlerime nankörlük ettiğimin farkındayım aslında ama daha farklı olmalarını isterdim. Doğruya doğru oto portremi çizerken gözlerimi ‘kara üzüm habbesi’ gibi değil de biraz daha insanın içini görüyormuş gibi bakarken resmederdim...
Kulağımın torpile ihtiyacı yok
Burnumla sorunum yok! Yüzümün ortasında tam da olması gereken yere, iki fırça darbesiyle yerleştirirdim kendisini. Sorunum yok derken, öyle mükemmel bir burnum olduğu sanılmasın ama burnum konusunda nedense ‘burnumdan kıl aldırmıyorum...’ Ağzım konusunda da şikâyetim yok; ortalama bir ağız işte... Yalnız, dudaklarımı daha biçimli yapardım herhalde... Biçimden kastımın ne olduğunu ben de bilmiyorum ama kesinlikle farklı çizerdim bundan eminim...
Çenem ve kulaklarım fazla torpile ihtiyaç duymayan yerlerim. Ancak bir süredir yüzümün etrafını saran sakallar konusunda kararsızım. Ben sakallı bir adam mıyım yoksa sakalsız bir adam mı artık bilmiyorum! Şu anda böyle bir kararsızlık bile beni şaşırtıyor doğrusu, 40 yıldır sakalsız dolaşan biri olarak son 3 aydır benimle dolaşan bu kıllara bu kadar aşina olmam garip. Bu yüzden de resmimi yaparken En son sakal bölümünü ele alırım gibi geliyor... Ama kaşlarım kesinlikle şu andaki Kaşlarım olmaz! Onları çizerken kendime hiçbir konuda yapmadığım kadar kıyak geçerim gibi geliyor. Omuzlarımı biraz daha geniş göstermeye çalışmamın kimseye bir zararı olduğunu düşünmüyorum. Saçlarımı olduğu gibi bırakırım, zaten hep öyle yapıyorum.
Hayatımın tablosuna ne çizerdim?
40 yıldır tanıdığım kendime en yabancı yüz, kendi yüzüm, tuvalin üzerinde belirirken tablomu biraz daha genişletmek istedim. İşte tam da bu noktada elim ayağıma dolaştı! Çaresiz gözlerle yanı başımda, “Ben aslında karamsar bir adamım. Resim yaparken öyle görünmemeye çalışıyorum” diyen Miro’ya bakarken bir yandan da hayatımın tablosuna neler çizerdim diye düşünüyordum. Ailem, arkadaşlarım, okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, şarkılar, sevdiğim kadınlar, gittiğim yerler, gidemediğim yerler... Hayatıma ait beni ben yapan yüzlerce, binlerce renk karşımda duruyor. Hangi rengi sevdiğini bile tam olarak kestiremeyen bir adam olarak hayatımı bir tuvale aktarırken neleri koyardım bilmiyorum. Beni en çok neşelendiren Ressam Miro’nun sorusunu biraz genişleterek ben de size soruyorum işte: “Hayatınızın resmini yapsanız, kendinizi nasıl çizerdiniz? Tuvalinize neler koyardınız sizi siz yapan, neler çizerdiniz, hayatınız hangi renklerden oluşurdu?” Çalışmadığınız yerden mi sordum yoksa! (Geçenlerde Sakıp Sabancı Müzesi’nde ‘Joan Miro. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar’ sergisini gezerken 4 yıl önce yazdıklarım aklıma geldi. Ben hâlâ hayatımın tablosunda kimler hangi renkler yer alır bilmiyorum... İstanbul’daysanız ya da yolunuz İstanbul’a düşerse 8 Mart’a kadar Sabancı Müzesi’ne gidip Miro’nun çizgilerine bakıp siz de “Hayatınızın resmini yapsanız, kendinizi nasıl çizerdiniz?” Bir düşünün... Umarım tablo konusunda siz benden şanslı olursunuz... Kolay gelsin...)
YORUMLAR