Yol hep kendimize
Selam sevgili kardeşim,
Uzun süredir kişisel gelişimle ilgili bir şeyler yazmıyordum. Biliyorsun bu kardeşin bireyselden toplumsala, toplumsaldan bireysele dalgalanıp duruyor. Her seferinde yapmaya çalıştıklarım, mücadelem aynı. Büyük bir ütopya uğrunda, “yeryüzü cenneti” ni yaratacak insanı tanımlamak. Onu anlamak, araştırmak, gelişip hep birlikte oraya ulaşmak… Bir mikro evrenden bakıyorum olaya, bir de makro evrenden. Bazen pek iyi anlatıyorum öğrendiklerimi, bildiklerimi ama bazen öğrendiğimi sandığım şeyler içinde öyle bir uygulama zorluğu yaşıyorum ki mecburen sindirmek için durmam gerekiyor.
Yolu bilmek, yürümek olmuyor o zaman. İşte ben yine böyle durumlardan birinin içinde sıkışmış hissederken, paylaşayım istedim. Paylaşayım ki, aynı dertten muzdarip olanlar varsa birlikte düşünelim. Elimden tutan bir kardeşimin bana gösterdikleri, ışık olsun diğer kardeşime. Belki de o meşale olur aydınlatır diğerlerini…
Kabul, şefkat, teslimiyet…
Bu üç kavram benim, senin, ötekinin, toplumun, dünya insanının konusu. O kadar önemli ki burayı hakkıyla anlayabilmek, uygulayabilmek ve bir bilincin dönüşmesine izin verebilmek... Ama zor işte, yalan yok! Bana da zor. Hangi senaryoda neyin yapılması gerektiğini bilsem de zor.
Bunun nedeni nedir?
Geçenlerde başka bir mecra için yazarken ve kendi koçluk seanslarım sırasında fark ettim ben de bu basit nedeni. (Daha önce de yazmıştım. Ben kendi üzerimde entegre etmeye çalıştığım şeyleri yazıyorum. Haliyle de işin uzmanlarıyla kendim için farklı farklı kişisel (ruhsal) gelişim çalışmaları yapıyorum.)
Tekâmül denilen ruhun gelişim süreci hep ÖZ ile EGO (Nefs) arasındaki bir mücadele… İnsanın kendi sandığını yenmesi bazen… Bu yüzden doğrusal ilerlemiyor. Tekâmül spiral bir döngüyle iç içe, inişli çıkışlı bir süreç… DNA sarmalını aklına getir kardeşim. Hani şu merdiven gibi olan görüntü… Basamaklardan çıkılabileceği gibi tekrar inilebiliyor da! İşte bu yüzden kendiyle çalışan insanların sürekli pratik yapmaları gerekiyor. Hayatımıza entegre edemediğimiz etkili alışkanlıklar olmazsa ilerlediğimiz gibi geri de düşebiliyoruz. Tıpkı her hafta başı diyete başlayıp, hafta sonuna yaklaşırken bırakmak gibi bahsettiğim şey. Halbuki bu konuyla ilgili kaslarımız gelişmiş olsa- bu da hep bahsetmeye çalıştığım irade gelişimiyle alakalı- bu kadar çabuk pes etmez ve belki de öğrendiklerimizi hayatımıza entegre etme konusunda daha istikrarlı olabilirdik.
İtiraf ediyorum kardeşim
Disiplinli ve iradesi güçlü bir insandım son zamanlara kadar. Öyle zannediyordum kendimi. Gerçekten. İnanmadığım hiçbir şeyi yazmıyorum çünkü. Sonra bir anda bir şeyler oldu ve üzerine uzun yıllar emek verip dinginlediğim, nispeten huzurlu ve dengede kimliğim sıkışmalar yaşamaya başladı. Dengede kalmak her geçen gün beni zorlar oldu. Bana ait olmayan duygular gelip yine üzerime yapışmaya başladı. Anladım ki bir şeyler ters gidiyor. Demek ki benim de zaafım kolektif alandan kendimi koruyamamakmış, öğrendim. Enerjim bitiverdi bir anda. Daha çok bahane üretiyor, bir atalet içerisinde kıvranıyordum. Yapmaya başlasam hem mutlu olacağım hem de kendi yaratıcılığımın sınırlarını zorlayacağım bir iş için Pasif olan reaktif eğilimim dümeni ele aldı. Yetersizlik hislerim çoğaldıkça Mükemmeliyetçi eğilimim baskınlaşmaya ÖZ’ümün sesini kısmaya başladı. Ve ben istediğim şeyleri üretememeye başladım. Ya da üretsem de yetmemeye başladı.
Neler mi diyorum? Onlar da kim?
Bu bahsettiğim kavramlar kişiliğimizin birtakım tepkisel boyutlarını ifade ediyor. Ve burada hepsini sayamadığım bu tepkisel alt kimlikler genellikle gölge yanlarımız olarak hayata sızıyorlar. Aslında egomuzun bizi korumak için bazı yanlış inançlarla desteklemiş olduğu bu yanlarımız, aydınlık taraflarını da hayat hediyelerimiz olarak taşıyorlar. Burası muazzam bir büyüme potansiyeli taşıyor kardeşim. Şimdilik not et! (Başka bir yazıda detaylarıyla yazmaya niyet ediyorum.)
Neden oldu? Nasıl baş edeceğiz? Öneriler…
Anladım sonra, iki üç aydır meditasyonlarımı aksatıyor, kendimi gözlemleme işini hakkıyla yapamıyorum. Yorulduğum bir süreçten dinlenmeden geçtim ve kendime pek de şefkatli davranmadım. O zaman başkalarına şefkat duymam nasıl mümkün olsun? Nasıl AŞK’la üretirim o zaman? Nasıl AN’da olurum?
Böyle durumlarda bedende muhakkak aksayan bir şeyler olur kardeşim. Hatta benim kendi deneyimime göre beden, biraz da enerjisel olarak geriden gelir. Yani eğer çok stresli zamanlarda kriz yönetimi yaparak oto pilota almışsan her şeyi, kendini çok iyi hissederken bir parça rahatladığın anda, birdenbire her şeyin patlak vermesi bundandır. Muhakkak bir şey olur, beden seni durdurur. “Dinlen! Daha fazla yapamayacaksın, DUR!” der.
Uzun seneler zaman baskısıyla proje canlıya çıkış süreçlerini yönetmiş biri olarak, en büyük mesleki hastalığım ve belki de bu dünyadaki en büyük sınavlarımdan biri zaman illüzyonunu kıramamak! Hiçbir şey yetişmiyor duygusuna girip girip kendimi bitirecek kadar çok şey üretmeye çalışmak… Benim gibiler, kısıtlı bir zamanda yaşadıklarını, yapmak istedikleri için ömürlerinin yetmeyeceğini düşünür genellikle… Ne komiktir ki böyle düşündükçe ya korkunç bir atalete kapılır hiçbir şey yapamazlar ya da kendilerini bitirecek kadar çok çalışırlar. Uzun yıllar bu iki uçta gidip gelmiş ve kısa bir zaman öncesine kadar da dengeyi bulduğunu sanmış bir kardeşin olarak teşhise hâkimim, bil istedim. (Gölge kimliklerimle çalışıyorum, aydınlık yanlarını keşifteyim uzunca bir süredir.) Ama bazen bilmek tedaviyi kabul etmek olmuyor. Nasıl kurtulacağını bilmene rağmen, yine de çıkamayabiliyorsun içine düştüğün dipsiz kuyulardan. İşte o zaman elinde ışıkla sana yol gösteren, elinden tutmaya hazırım diyen bir kardeşinin eşikte beklemesi o kadar güzel bir duygu ki…
Belki böyle zamanlarda sen de nedenini anlayamıyor, düşük bir enerjiyle etrafta dolaşırken, kendine dönmen gerektiğini fark etmiyor olabilirsin kardeşim.
Hâlbuki yol gerçekten hep kendimize doğru.
Odağımızı dışarılarda gezdirir, karşılaştırmalarda kaybolur, illa sebep-sonuç ilişkileri yaratmak istersek süreci kaçırarak, hayatın ne göstermek istediğini okuyamayız. Daha önce ruhsal zekâ (Beklemek, sabır ve ruhsal zeka) konusunu bu yüzden yazmıştım. Akışın bize anlatmak, göstermek istediklerini anlamlandırabilme yetisi… Evren bizimle kendi dilinde her daim konuşuyor, fark edebilmek için biraz o frekansta olmak gerekiyor. Bunun için de pratikler şart! Benimkisi meditasyon, koçluk, derin bağlantı ve BİR olma çalışmaları… Bunları disiplinle uygulayıp bir yerden sonra yaşam şekli haline getirebildiğim dönemlerim çok daha huzurlu zamanlar oluyor.
Ara sıra bu konuda tembellik sirayet ettiğinde uyanmak gerekiyor. Her zaman tetikte olmak… Kaldığın yerden başlamak…
İşte ŞİMDİ yine o zamanlardayım. Yeniden ayağa kalkma zamanı! Elimden tutanlar, sevgili koçum GÜL YÜCEL oldu, kan ve can kardeşim DİDEM UYCAN YILMAZ oldu ve en önemlisi BEN fark ettim. “Meditasyonlara tekrar başlamalıyım” dedim. Gül aradı: “çok güzel bir noktadaydık neden ilerleyemedik? HADİ!” dedi. Didem, harika bir hamilelik süreciyle sadece kendi olarak bana müthiş ilham oldu. Hayırlısıyla yakında aramıza katılacak yeğenim için müthiş bir disiplinle yoga pratiğini, gevşeme egzersizlerini her Allah’ın günü yaptı. Nasıl görmezdim kendimi onlarda? Gördüm ve uyandım.
Sevgili kardeşim,
Eğer sen de uzun süredir fark ediyorsan ters giden bir şeyler olduğunu, yolunun hep kendine doğru olduğunu, hatırla isterim. Ara ara o yolda giderken tökezleyebileceğini, düştüğünde kalkmak için elini tutacak kardeşlerinin olduğunu bil isterim. BEN her zaman burada BİZ’leyim. BİZ, SEN’den ve BEN’den o kadar büyük bir kavram ki, kendini her zaman hatırlatıyor, ÇOK ŞÜKÜR!
Tüm sevgimle
Kardeşin Nihan,
YORUMLAR