Annelerin Masumiyet Müzesi
Orhan Pamuk’un romanı Masumiyet Müzesini bir Amerika yolculuğu sırasında okumuştum.
Aşk acısıyla kapana sıkışmış bir hayattı anlattığı romanın. Döne döne insanın yapamadıklarının acısını hissettiren bir roman.
Bitirdiğimde Füsun karekteri için çok üzülmüştüm süphesiz ama günümüzde hala var olan Kemal’ler için daha çok içlenmiştim.
“Hayatımın en güzel anıymış, bilmiyordum.’’ duygusunu yaşamanın ne kadar acı olduğunu kalbimden hissetmiş ve güzel anları bilerek yaşadığım için de çok şükretmiştim.
Ama en çok son cümleydi beni etkileyen, gözyaşı döktürten. Okudukça insanın içini karartan hikayesine nasıl da sahipti Kemal, daha doğrusu nasıl da aşkına saygı duymayı öğrenebilmişti, ‘’Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım’’ diyordu birçokları için sefil ve kaybedilmiş gözükebilecek hayatı için...
Füsun ve Kemal’in hikayesini okuyalı ve Masumiyet Müzesi’nin de kütüphanemdeki değerli yerini alalı epey oldu. Ama diğer kitaplardan daha farklı bir yere sahip olacağını kitabın aslında belki de başlangıç noktası olan müzesinin yapılacağını öğrendiğimde anladım. Üstelik bir de belgeseli olacaktı Kemal’ın Füsun’e olan büyük aşkını anlatan objelerin sergileneceği müzenin.
İşte bu müze 28 Nisan’da kapılarını açtı. TRT Türk’te keyifle sunduğum ‘’Büyükada Yemekleri’’ isimli programının yapımcısı ve yaratıcısı Demet Haselçin’in yine yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği Masumiyet Müzesi Belgeseli’nin ilk gösterimi de 10 Mayıs’ta, 21.45’te TRT Türk’te yapılacak.
Ben belgeseli izlemeden elimde kitabımla müzeyi ziyaret ettim. Müzeye girer girmez özel bir yerde olduğunuzu hissediyorsunuz. Kapıdaki güvenliğe herkes ne kadar sessiz ne kadar dikkatli dedim, ‘’Aşka saygıdandır hanımefendi’’ dedi. Füsun’un içtiği ve Kemal’in Füsun söndürdükten sonra sakladığı 4213 izmaritin içildiği güne dair notlarla sergilendiği kutunun önünde bir genç hanım ‘’Asabım bozuldu’’dedi. Haklı kimbilir kaç kere sigara içmişti o güne kadar, kaç karmaşık duygu eşliğinde ve belki de kimseler bunu farketmemişti.
Masumiyet Müzesi, önünde insanı derin derin düşündüren kutularla dolu. Kutular aşkı, duyguları, bir dönemi anlatıyor.
1960’ların, 1970’lerin İstanbul’u var, hatta annem var, babam var o kutularda...
Aslında çokca da bir annenin hüznü var. Nesibe’nin kızı Füsun’un özel eşyalarını müzeye verirken hissettiği burukluğu camların ardından siz de hissediyorsunuz. Tokaları, patikleri, oyuncakları, mendileri ve en önemlisi kızının kırık kalbi...
Bu hislerle ve de anneler günü yaklaşmışken Nesibe Hala var aklımda çokça. Her annenin çocuğu için hayal ettiği bir dünya vardır. Bu hayallerin her biri bir masumiyet müzesi olabilir. Bir kutuda, tabii en iyi okullarda okuması için üniversite bahçesine gömülmemişse, kurumuş göbek bağını, başka birinde mama kaşığını, ilk saç buklesini, çıt diye çıkan dişini, ilk adım ayak ayakkabılarını, ilk resmini, ilk karnesini, ilk mektubunu saklamak ister anneler çocuklarının. Ya ilk dokunuş, ilk süt, ilk gülücük, ilk gözyaşı, ilk kapris...Ve geleceğe dair onca dua, dilek...Kutulara giremeyen, hiçbir yere sığamayan emek...Koşulsuz sevgi, bitmeyen ilgi ve şefkat...
Aslında her annenin kalbi, evladı için bir masumiyet müzesidir. Dileğim tüm anneler çocuklarının hiçbir zaman kırılmamış kalplerini, en mutlu anlarını saklar müzelerinde ve gördükleri hürmeti, saygıyı, ilgiyi, vefayı en özel kutularına yerleştirir.
Belki bu hafta annelerinizle giderseniz Masumiyet Müzesine, kitabınız varsa ücretsiz olarak gezebileceğiniz müzede ‘’an’’ların gücünü hissedeceğinize eminim ve yanı başınızda olsun olmasın aşkın, sevginin verdiği mutluluğu...
Kırmızı meyveli tart tarifini görmek için tıklayın...
YORUMLAR