Gerçek ve büyü
Büyülü gerçekçilik kafamın içi.
Siz de benim gibi Usta ile Margarita' yı, Geceyarısı Çocukları' nı, Tom Robbins'i, Murakami' yi ve Marquez'i seviyorsanız bir ihtimal iyi anlayacaksınız ne demeye çalıştığımı. Anlamasanız da olur, şahitlik edin yeter, diye fısıldıyor şimdi gerçekçi tarafım.
Çok gerçekçi bir parçam. Gerçekten, ölümden, aslolandan, özgürlükten gayrı düşemiyorum. Orda mesaim çok. Orda ödediğim bedel, üzerinde yürüdüğüm bir yol var. Konuştuğum meselelerin bilimsel arka planını hatmetmiş olmam da hep bundanmış meğer, artık görmeye başladım.
Şimdilerde ise kırklarıma doğru büyük bir merak ve iştahla yaklaştığım büyülü tarafım. Büyü kelimesinin büyümenin içinde oluşuna hayretle bakıyorum.
Sezmek, “fazla” hissetmek, büyülü ve gizemli olana da bir şekilde kafası basmak, görülemeyeni görmek, adı konulmamışı tarife kalkışmak…Varolmasına dahi izin verilmeyen, kültür tarafından yasaklanmış zengin arazilerimiz. Öyle hakkını vererek büyümek falan yok. Bol bol bastırmak var. Hayatta kalan olacaksın, malum. Kimseye muhtaç olmayacaksın. Çok açılmamak lazım. Öyle uçmamak lazım. Lazım da lazım. Sonra bakar kalırsın Chagall'ın uçuşan kadınlarına öylece.
Gerçekçilikte geçirdiğim mesaimle ayaklarım galiba öyle sağlam basıyor ki şu kaygan ve muğlak zemine -her an kayıp düşebileceğini bile bile - artık gönlüm uçmak, gizem, kendi büyülü dünyama daha çok yer açmak diyor.
Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar! Nice kadın gibi benim de ruhsal annelerimden Ursula K. Le Guin’ in en sevdiğim kitabı. Dün gece mantra gibi dilime dolandı yatarken. Kadınlar- Ejderhalar- Rüyalar – Kadınlar – Ejderhalar…
Ursula, geçmekte olduğum yollardan geçmiş gitmiş birini nasıl can kulağıyla dinleyebilirse insan, öyle dinliyorum seni. Belki de ilk kez sadece aklımla değil, kalbimle, tüm bedenimle okuyorum seni. Rüyaların diliyle konuştuğunu duyuyorum. Doğduğumdan beri o dili – herkes gibi- bildiğimi farkediyorum. Rüyanın diliyle, dağların dili, ve gökyüzünün mesela, yani gerçeğin dili nasıl iki başka uç olabilirdi ki? diye kendi kendime şaşırıyorum.
Uzaklaşmaya çalıştığım şeylere dönüp duruyorum, başladığım yere dönüyorum. Ah, bir daireyi tekrar ve tekrar döndüğümü bugünlerde çok derin hissediyorum. Hissettiğim şey bir spiral bile değil. Sadece dairede o an her neredeysem orayı daha çok sevdiğimi farkediyorum. Olduğundan başka bir şey olmasını dilemekten vazgeçmişim, ona bakıyorum. Her neredeysem, orayı yeni baştan keşfederken yeni aşık olmuşum gibi heyecanlanıyorum.
Diyorsun ki “Büyümemiz için bize gereken gerçekliktir. Bilgiye, kendimizi bilmeye ihtiyacımız var.” Ve ekliyorsun: “Fantezi iç benliğin dilidir.” İşte orda içim sahiden minnetle doluyor, genişliyorum, iç benliğe açılan kendime has özel kapılarla karşılaşabildiğim, “kapı çalana açılır, hadi” deyip daldığım için. Bu kadar gerçek, bu kadar rüya olduğun için.
Derslerde ventral-vagal diyesim gelmiyor. Öğrencilere de söylüyorum, gülüşüyorlar. Bilgimle hava atmaktan yoruldum, bıraktım bir yerde. Gerek de yokmuş. Bende ventral-vagalı aktive edecek başka şeyler varmış. O taraflarımdan kaçayım derken kaç teori, kaç sistem öğrendim. Olmam gerekmeyen kaç yerde oldum. Ama artık kaçmak istemiyorum. O başka şeyler neyse, varsın daha çok vuku bulsun hayatın içinde.
Bunlardan da sebep, inzivalar sessizlikler tamam da, artık yeni eğitimlere gitmek istemiyorum, canım çekmiyor. Söylemeye - benim gibi hisseden herkes gibi- azıcık çekiniyorum; evimden dışarı dahi henüz çıkmak istemiyorum. İyi böyle, tam ihtiyacım olan zamanda tam ihtiyacım olan şey bahşedilmiş gibi bir his içimde. Zamanı geldiğinde çıktığımdaysa; ayaklarımı bir köprüden sallamak, saçlarımı güneşte kurutmak, kucağıma yeni doğmuş bebekler almak, şarkı söylemek, arabayla amaçsızca bir saat gitmek ve geri gelmek istiyorum. (Bkz. Clarissa)
İçimdeki bilge babaanne, hayalci kız çocuğuna sarılıyor. Büyülü gerçekçiliğe devam yavrum, diyor. Büyüyle gerçeğin senteze ihtiyacı olan iki farklı şey olmadığını iyice anlayana kadar dolaş dur, git ve gel diyor. Belki de amaçsızca arabayla gezmeyi o yüzden hep sevdim. Bir yere gitme ihtimali olmadığını en baştan bilince, ve başladığın yere dönecek olunca gitmek de gelmek de yaşam dolu, canlılık dolu. Arabama da yollara da çok uzağım. Altı metrekare odamda, hatta çoğunlukla oturduğum yerden, gidiyorum, ve dönüyorum. Ejderhalarla el ele, gerçekten, büyüden, duvarlardan geçiyorum.
YORUMLAR