Çalınamayanlar

Bir hırsızlık geldi başıma geçtiğimiz yıl. Adına intihal desek, biri evimize çamurlu ayakkabılarıyla girse ya da biri vaktimizi talepkarlığıyla sınır tanımayarak çalsa ne fark ediyor? Kökü aynı zihinsel donanım.


“Bendeki bana yetmez.” diyen biri. Öteki’ nden alacağı bir şeyle – o şey her ne ise- başka biri olma ihtimalinde bir kurtuluş arıyor. Tıpkı benim gibi, senin gibi, bizim gibi. O kurtuluş arayışını yaratan acıyla sekiz yaşından beri tanışmaktayım. Kalanı şekiller, bu varoluş seviyesine has görüntüler işte…


“Cömertlik erdemi ve halinden memnuniyet” başlıklarında saatlerce vaaza dalınabilir, ama şimdi onu yapmayacağım. Gerekli aksiyonları aldım ve mevzu da içimde kısa sürede kapandı. Peki ya sonra?


Sonra sordum kendime. Herhangi bir türüyle hırsızlıktan bundan sonra korkup sıkı önlemler alacak, maddi ve manevi kapılarıma kilitler takacak mıydım? Benden taşanı, beni aşanı paylaşırken karnımdan yükselen kelimelere boğazımda ket vuracak mıydım?


İçimden koca bir hayır yükseldi. Hırsızlıktan korkmak manasızdı.


Eğer sahiden bana ait bir şey çalınabilseydi, öyle sanıyorum etimden et kopardı. Oysa çalınabilenler bizim olmayanlar, zaten hiç bizim olmamışlardı.


Madem benim olmayan her şey çalınabilir, tek bir anda benden alınabilirdi, öyleyse bu “benim olmayanların” her türlüsüne ne kadar yapıştığıma bakmak lazım gelmez miydi? Çocuğuma, bedenime, bazen yolum sandığım yoluma dair fikirlerime.


Öyle ezbere “tutunma bırak” demekler değil de, ne kadar tutunduğumuzu müdahale etmeden gördüğümüz anlar gerek bize.


Eğitimlerde anlattığım şeyler, dağıttığımız notlar, yazdığım metinler, sosyal medya hesabım, itibarım, banka kartım, evimdeki bir eşya, bedenimin sağlığı, tüm isimlerim ve sıfatlarım, bir sevdiğim ya da kendi ömrüm…Benden her an zaten alınabilirdi.


Benden çalınamayacak bir şey var mıydı?


Sabahları gözümü açarken ölümü hatırlayışım benden alınamazdı.

Dedikodu ya da güç savaşı olan alanlardan ışık hızıyla uzaklaşmamı sağlayan kalbimdeki en hakiki niyet, benden alınamazdı.


Yazmanın, çalışmanın başında saatlerce kalkmadan oturduğum uzun geceler su içmeye giderken içimdeki capcanlı dingin hal…Bir kabalık yaptığımı görüp beceriksizce kalp kırdığımda yüreğimin cızlaması, bir incelik yaptıktan sonra hafifleyişim…Yazdıklarımdan iç alemimi seyredişim; kibirimi, olmamış hallerimi, ayıran-kayıran-olanın üzerine ekleyen zihnimi…“Leyleklerin bacakları uzundur ama kesilerek kısaltılamazlar.”* cümlesinin her okuyuşumda gözümü başka bir şekilde açışı, ve anladığım şeyleri tamamen anladım sanmayıp daha neleri görebileceğim diye duyduğum şevk…Halimden memnuniyetim, “Şu şu da olursa hayat o zaman başlayacak.” sanmayışım, benden alınamazdı.


Bana emanet edilen hayata sahip çıkışımdan doğan eylemlerin getirdiği - eğer varsa- bir asaletim işte o benden alınamazdı.


Sahip olduğum değil de bana sahip olan Aşk benden alınamazdı.


Bayıldığım bir Zen koanı var. Usta şöyle diyor: “Sende yoksa senden alırım / Sende varsa elimdekini sana veririm.”


Çalınamayanlarınız bol olsun.



*“Anlar Vardır” yazısı, Cem Şen. (cemsen.com/yazilar)

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.