Gebelik kayıpları...
Hamileliğinizi öğrendiğiniz andan itibaren hep güzel şeyler umut edip, tatlı hayaller ile bebeğinizi bekliyorsunuz. Diğer yandan her kafadan bir ses çıkmaya başlıyor. Yemenizden içmenize, oturmanızdan kalkmanıza uzayıp duran bir yapılacaklar ve yapılmayacaklar listesi oluşuyor. Elbette bir gebenin mümkün olduğunca sağlıklı beslenmesi, zor çalışma şartları altında yıpranmaması, fiziksel ve psikolojik anlamda rahat bir süreç geçirmesi için hepimiz çaba sarf etmeliyiz. Ancak bu özen ve korumacılık günümüzde öyle bir hal aldı ki, gebeye baskı aracına dönüştü. Günlük aktivitelerini bile kaygı içinde yapmasına hatta çoğu zaman hiç yapamamasına yol açıyor.
Bunun arkasında yatan şey, tamamen kontrolümüz dışında olan bir süreci kontrol etme arzusu aslında. Bazı gebelikler erken ya da geç haftalarda kaybediliyor, biliyoruz. Bu kaybı yaşamak istemiyoruz, önlemek için bir şeyler yapmak istiyoruz. Hele ki zor gebe kalındı ya da daha önce gebelik kaybı yaşandıysa... "Şöyle yapalım ki aman bebeğe birşey olmasın" diyerek oluşturduğumuz yapılacaklar ve sakınılacaklar listesi uzadıkça uzuyor.
Unuttuğumuz nokta şu ki gebelik sırasında anne sadece ev sahibidir. Bebek tamamen ayrı bir bireydir ve onun kaderi hakkında söz hakkımız yoktur. Gebelik öyle bir mucizedir ki, o mucizeyi günlük hayatta yaptığımız şeylerle yaratmamız da yok etmemiz mümkün değildir. İçimizdeki o insanın ne cinsiyetine, ne nasıl görüneceğine, ne de sağlıklı olup olmayacağına karar veren biz değiliz. Evet, bebeğe zarar veren bazı ilaçlar, kimyasallar veya radyasyon gibi etkenler vardır. Alkol, sigara ve uyuşturucular gebelikte son derece zararlıdır. Gebelerin bunlardan uzak durması önemlidir. Ancak bunun dışında yapabileceğimiz hiç bir şey yoktur. Ne gebenin, ne yakınlarının, ne de doktorun.
Düşük tehdidi tespit edilirse doktorunuz size cinsel ilişkiyi, seyahati yasaklar ve yatak istirahati önerir. Bazen düşük önleyici diye bilinen ilaçlar başlar. Bunların hiçbirinin zaten düşük olacak gebeliğe bir faydası olmaz. Küçük bir yüzde olarak kanama başlamış ama hala rahme tutunmaya çalışan bebek varlığında bu tedbirler düşük "tehdit"ini gerçek bir düşük durumuna geçmesini tetiklememek içindir. Yoksa düşük tehdidi olmayan bir gebelikte bunları yapmak, hatta abartıp yukarı uzanmamak, hareketsiz yatmak, çömelmemek, kalkmamak... gebeliğin keyfini kaçırmak dışında bir işe yaramaz.
Düşük genelde bebekte bir rahatsızlık ya da sakatlık varsa olur. Bazen de rahimde miyom ya da şekil bozukluğu varlığında bebeğin yerleşmesi ile ilgili sorunlar olabilir. Ufak bir kısım ise annedeki bir rahatsızlık ya da bilmeden teratojen bir etkiye maruz kalmak olabilir. Günlük hayatta yapılan şeylerin hiçbiri düşük sebebi değildir. Düşük durumunda hem gebe hem kendini suçlar, hem de yakınları tarafından son birkaç haftada yaptığı şeyler nedeniyle haksız yere suçlanır. "Düğünde halay çektin ondan oldu", "sana ağır kaldırma demiştim" gibi…
Her gebe, gebeliği ilk öğrendiği an ambivalans denen iki zıt duyguyu bir arada yaşama durumunda bulur kendini. Yani bebeğin gelişine sevinirken aynı anda telaşa kapılır ve "ben bu bebeği istemiyorum" diye aklından geçirir. Çünkü gebelik kadının hayatını baştan aşağı değiştirecektir. Yıllarca çocuk sahibi olmak için uğraşanlar bile testte 2 çizgiyi gördüklerinde (kısa bir an için) böyle hisseder. Eğer sonradan gebelik kayıpla sonuçlanırsa, gebenin aklına o an gelip "ben bebeği istemediğim için düştü" diye düşünebilir. Hatta kadın gebeliğin başında ciddi ciddi bebeği aldırmayı düşünecek kadar bebeği istemiyor olabilir. Ancak düşük sebepleri arasında "bebeği istememek" diye bir etiyoloji yoktur. Bebeği istememekle, hoplayıp zıplamakla düşük olabilseydi, çocuk aldırmak diye bir işlem olmaz, gebeliği istemeyen kişi kürtaja gerek kalmadan gebeliği kendi kendine sonlandırabilirdi.
Üreme mekanizmasının işleyişine göre döllenen her yüz yumurtadan sadece biri canlı doğumla dünyaya gelen bir bebek haline gelir. Çoğu adet kanaması ile düşer, rahme tutunamaz. Kadın gebe olduğunu hiç fark etmez bile. Bir kısmında adet birkaç gün geçer, öyle düşer. Test yapılmadı ise yine gebelik fark edilmez. Bazen kese görülür ama bebek oluşmaz. Bazen kalp atışı da görülür, ama bebek büyümez. 12 hafta oluncaya kadar düşük riski giderek azalır. 22-24 haftaya kadar bebek vefat ederse buna geç düşük denir ve oldukça nadirdir. Daha da nadir olarak gebeliğin daha geç dönemlerinde bu olur, o zaman adı ölü doğum olur.
Tıbben yapabileceğimiz muayeneler ile her şeyin beklenildiği gibi gidip gitmediğini kontrol etmek ve varsa önleyebileceğimiz bir tehlikenin ön işaretleri, onu tespit edip, mümkünse tedavi etmektir. Mesela bir bebek anne karnında yeterince beslenemiyorsa ve bu durum onun hayatını erken doğmuş olarak kuvozde olmaktan daha fazla tehdit ediyorsa doğurtabiliriz. Olacakları çoğu zaman engelleyemeyiz, gelecekte ne olacağını göremeyiz. Yaptığımız şey, olasılıkların yarar zarar ilişkisini bilimsel olarak tartarak en az riskli, en yararlı seçeneği sunmaya çalışmaktır. Doktora muayeneye gitmek, o gebeliğin sağlıklı devam etmesi için elinizden geleni yapmaktır, sağlıklı devam etmesini garantilemek değil.
Gebenin sağlığı için tedbir almak ile takıntılı bir şekilde anlamsız kısıtlamalar yapmak arasında büyük fark var. Temel kaidelerin ötesinde yapılacakların bebeğin kaderini değiştirme gücü yok. Sağlıklı bebeği garanti edebilecek bir prosedür mevcut değil. Bazı gebelikler mutlu son ile sonuçlanmıyor ve bu hiç de nadir değil. Kadınlarımızı hem normal gebelik sürecinde hem de kayıp yaşamaları durumunda güçlü ve doğru bir şekilde desteklememiz gerek. Hangi aşamada kayıp olursa olsun bu durum anneyi derinden etkiler. Haftaya yazımı bu durumu yaşamış ya da yaşayan annelere yardımcı olması umuduyla yazacağım.
YORUMLAR