Yaratıcılığın da bir ritmi var

Yaratıcılığın bir ritmi var. Bu ritim inişli çıkışlı seyrediyor ve aslında bir çoğumuz fark etmesek de sinir sistemiyle doğrudan bağlantılı.


Otopilot modunda, sadece yapan, yetişen, bir şeyleri oldurmaya çabalayan, koşturan bir halde nasıl yaratıcılık olabilir?


Soruyu tersten soralım. Yaratıcılık için ne gerekir?


Yaratıcılık için öncelikle bir alet-edevat, araç-gereç gerektiğini zannediyorsanız cevap; hayır. Yaratıcılık boş bir alandan doğar. Ama insan yaratıcılığı -işin dini/mistik inanç kısmını bir yana bırakırsak- bir şeyleri yoktan var etmek şeklinde zuhur etmez. İnsan “Ol” dediğinde bir şeyi olduramadığına göre, insan yaratıcılığı aslında mevcut şeyleri yeni bir şekilde bir araya getirmek diye özetlenebilir.


Bu, kelimelerle olabilir. Bir işi yapış şeklinizle olabilir. Mutfaktaki malzemelerle olabilir. Yaratıcılık potansiyeli aslında her yerdedir ve her anda vardır.


Peki yaptığımız şeyde yaratıcılık olup olmaması önemli midir? Bazı şeyleri sadece görev icabı, tamamlamamız gerektiği için yapsak olmaz mı? İçinde yaratıcılık bulunmayan hiçbir iş yok mudur? Yaratıcılığımızla yeni bir yorum getirmek şart mıdır?


Bazen şarttır. Çünkü hayat biz durmak istesek de akıp gider ve durmak istesek de en duramadığımız zaman, bunu becerebilmek için bir şeyler yapmak gerekir. Yaratıcılık aslında bir ihtiyaçtır. Özellikle de sıkışık zamanlarda.


İşin ilginç kısmı, bazen otopilot halinde işlere dalmışken aklımıza en yaratıcı fikirlerin geliyor olmasıdır. İşte aslında bu hal, yapan hal değil, “olan” haldir. Anın içinde olan… Dolayısıyla formül basittir. Sadece o işi yapıyor olmak. Kendini sadece o işe vermek. “O iş olmak”. Yaptığın şey her ne ise, onunla bütün olduğunda, zaten o bütünlük hali içinden, yeni doğan bir bebek gibi ayrışmak ve hayata yeni bir hal ile katılmak mümkün hale gelir. İşte bu yüzdendir en acayip işler yaparken, yerleri süpürürken, duvar boyarken aklımıza parlak fikirlerin, düğümleri çözen açılımların gelmesi. O bir doğum anıdır aslında. Bizim hayata yeni bir katkımızın doğmasıdır. Aslında hayata kendi yeni halimizle katılmaktır bu. Beş dakika önceki halimizi sabit bir şey zannediyorsak aslında yanılırız. Hiçbir şey beş dakika önceki halinde kalmaz ve hayat her zaman yeniden yaratım halindedir. İşte bu yüzden kendimizi yaratımın kucağına bırakmamız, bir şeyi yapmaya çalışan olmak yerine yaptığımız şeyin ta kendisi olmamız, belki de sıkışıklık hissinden kurtulmanın en temel yoludur.


Rahman ve Rahim, Shiva ile Shakti, Toprak Ana ile Gök Baba… İnsanın anlamlandırma ve bilme ihtiyacında yaratıma yuva olmak ve onu korumak, dünyanın her yerinde, farklı kültürlerde farklı isimler alır. İnsanın bu sıfatları kendi üzerinde bir nebze olsun anlayabilmesi için sadece yapan, yapmaya çalışan olması yerine bir durması, biraz da olacaklara gebe olması, yuva olması, yuvada kalmaya tahammül edebilmesi, yuvada olanları gözlemleyebilmesi ihtiyacı vardır.


Meditasyon, dua, kendi başına oturmak, kendini dinlemek… Evde kalmak… Bunlar kullanacağımız yollardan bazıları olabilir. Hepsi de çok değerlidir.


Bir şeylere tutunacaksak, bir şeylerin olması için tutturacaksak, telaşa kapılacaksak, belki de bu kendini dinleme hakkına sıkı sıkıya tutunmak şu zamanlarda en faydalısı olabilir. Annelik müessesesi bu hak konusunda oldukça ilham vericidir. Fedakarlıktan başını kaldıramayan ve bırakın kendini dinlemeye, kendini yok etmeye kadar giden annelik, aslında kesintisiz bir yaratıma yuva olabilir. Sadece çocuklara değil…


Herkes kendi içindeki gerçek anneliği keşfedebilir.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.