Öğretmenin gören gözleri

Bir eğitim için çembere oturmuştuk. Çeşit çeşit kadın, bir arzu peşinde buluşmuştuk. Birbirini tanımayan, bambaşka mesleklerden gelen kadınlar, çocuklara bir alanda bir şeyler aktarmayı öğrenmek için zamanlarını, kaynaklarını ayırmaya gelmiş, bir şekilde bir mekânda, bir eğitmenin aktarımında birbirini bulmuştu. Açılış çemberinde eğitmenimiz gözlerimizi kapatmamızı söylemiş ve dikkatimizi, bugüne kadar bize dokunmuş olan bir öğretmenimizi düşünmeye davet etmişti. Birkaç dakika boyunca elimizi kalbimize koyup çocukluğumuza, gençliğimize gitmiş, kalbimizin kapılarından içeri girerek o öğretmenle buluşmuştuk. Soru, o kişinin kim olduğu ile ilgili değildi. O kişinin bizim hangi ihtiyacımıza karşılık verdiği ile ilgiliydi…

Gözler açıldığında, ortamın enerjisi artık herkes tarafından hissedilir şekilde değişmiş ve tazelenmiş, adeta saflaşmıştı.

O günden sonra, orada aklıma gelen öğretmenimin beni “gördüğünü” sık sık hatırlayıp, onunla kurulmuş olan derin bağımı daha net fark eder oldum. Onun beni “görebilmesine” müteşekkir oldum. Onu daha sık hatırladım.

Kalbin kapısı aslında her daim açılmaya hazır. Kalp aslında hep çocuk. Kalbin ihtiyacını gören kişi ise her ne konuda olursa olsun, aslında kendiliğinden bir rehber… Belki de öğretmenlik ilk olarak, yolun önünü açmak ve açılan yolun kenarında durup, gelip geçenlerin hallerini görmek, onlara eşlik etmek…

Öğrenmek nedir? Öğretmek nedir?

Öğrenmek, yaşamaya dair. Öğrenmek; bellekten uçup gidecek, belleğin derinliklerine gömülecek veya hiçbir zaman kullanılmayacak, bir gün bir yerlerde işe yarayacak veya yaramayacak olan sistematik bilgi yığınının altında ezilmek, bir şeyleri zihne enjekte etmeye çalışmak değil. Öğrenmek, bulunulan coğrafyada, öğrenmeye dair anlayış her ne ise, öğretme ve öğrenme rollerinde ilişki kuranların bu deneyimi birlikte yaşayışları… Örneğin 40 yıllık öğretmen ile 40 yaşındaki velinin, birinci sınıf öğrencisinin mevcut öğrenme-öğretme sistemi içinde yaşadıkları ortak deneyim… Öğrenmek aslında; ortak deneyimden herkes için geriye kalanlar… İşte bu sebeple, bilgi bir ulu dağın zirvesinde duran, tek bir kişinin elinde tuttuğu ve insanlığa öğretmenler aracılığıyla dağıttığı, sonu gelen bir hazine olmasa gerek. Bilgi, bizimle kurulan ilişki ile yaşayan canlı bir şey olsa gerek.

Öğretmen olmayı seçen kişinin başlangıç noktası; sevdiği konuda bildiklerini öğretme arzusu, daha iyi bir dünya için bir şeyler yapma arzusu, paylaşma arzusu veya tüm bunların dışında, kişinin kendi bileceği, kalbinde yer alan ateş… Bir sebeple yanarak hayata gelen ve yanarak sürdürülen bir ateş…

Öğrenmesi gerektiği söylenen, sistem gereği öğrenmesi gereken veya öğrenmek isteyen, almak isteyen, bulmak isteyen kişi ise bir başlangıç noktasında gibi görünse de gerçek bir ilişki kurulduğunda, aslında durum bir "bilen-bilmeyen" tablosu olmaktan çıkıyor. Öğrenme kavramının sınırları genişliyor, boyutu derinleşiyor. Yaşamın içinden ayrışan kavramlar tekrar yaşamın içine karışıyor.

İlişki kalpten kurulduğunda, aktarılacak olan şey her ne ise zaten “öğrenci” olan kişi kendi yolunda beslenerek devam ediyor. Gerçek bir ilişki kurulduğunda, öğretmen pozisyonundaki kişi de aslında ilişkiden öğrenir hale geliyor. Öğrenmek ve öğretmek birbirine karışıyor, iç içe geçiyor ve ilişki içinde zaman zaman yer değiştiriyor. Hiyerarşiden bağımsız, karşılıklı ihtiyaçlara dair bir ilişki içinde her türlü öğrenme gerçekleşiyor. Kazanım ve hedefler, bir sistemin parçası olarak yerlerinde durmaya devam ediyor ama aslolan şey, o ilişkiden iki tarafın kendine aldıkları oluyor. Herkes kendi ateşini bunlarla harlıyor.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.