Dolu bir kucak
Bir süredir.
Ne zaman kendim için bir şey yapacak olsam onun da anne saati gelip çatıyor. Elimde kitap mı var, telefonda bir şey mi okuyorum, biriyle mi konuşuyorum, tam o sırada hamur yoğurarak transa mı geçmek istiyorum? Hooop dibimde bitiyor.
Ya bedenime yapışıyor, kucağıma tünüyor ya da ben yapacağım diye elimdeki işi almak istiyor.
İs-te-mi-yor-um!
O an küçük bir çocuk gibi inat ediyorum elimdekini vermemek, kitabımı okumaya devam etmek, konuşmamı kesmemek ve o hamuru tamamen yalnız yoğurmak için. Direniyorum. Nefesimi tuttuğumu, sözcükleri yuttuğumu fark ediyorum, belki de sözcükleri yutmak için nefesimi tutuyorum. Bunaldığımı hissediyorum. Tuttuğum nefesim beni germeye başlıyor, gerildikçe nefes alıp vermeyi tamamen unutuyormuşum gibi geliyor. Git demek istiyorum ama anneyim. Anneliğim ve başka bir çok şeyim ona git dememe engel oluyor.
Yalnız kalmak istediğim zamanlarda kime git diyebildim acaba diye düşünüyorum? İhtiyaçlarımı söylemek benim için her zaman zor oldu. Çok nedeni var. En birincisi karşımdaki insanın düşüncelerinin ihtiyaçlarımdan daha önemli olduğuna inanmış olmam zamanın birinde. Yalnız kalmak istemenin yanıma gelen "kişiyi" redde, ona karşı sevgisizliğe, ona değer vermeme sanrısına dönüşmesi kolayca. Onun sevgisini kaybetme korkusu var bir de diğer yanda. Git dersem ve küserse? O küstüğünde değersiz ve sevilmeyen olursam ya ben de onun gözünde? Peki ya anneliğim? Ya aynı değersizliği aktarırsam kızıma ona git dediğimde? Bütün bunların gerçekliğini sorgulamamışım ömrümün 27 yılı bir gün bile. Dudaklarım mühürlü gibi direniyordum sanki ihtiyacımı söylemeye.
Bu düşüncelerimi, inançlarımı sorgulamaya, yaralarımı anlamaya başladığımdan beri ihtiyaçlarımı söyler, fark eder ya da sorar oldum içime. Kırmadan ötekini berikini. Öfkelenip kırarsam da baştan alır oldum anlamaya çalışarak öfkemin tetikleyicisini. İyi geldi. Hatta anlatamam beni, ilişkilerimi, ilişkide olduklarımı ne kadar özgürleştiğini...
Bunlar değilse ne peki kızımla aramdaki? Seziyorum halinden tavrından "işimin" ondan daha önemli olduğunu, kendinin değersiz ve ihtiyaçlarının önemsiz olduğunu düşündüğünü. Bunun tersine inanmak için yapışıyor sanki bana. Peki nedir engel olan merhem olmama ona?
Kızımın doğumundan sonra kendimi ortaya koyabilmekte ve gerçekleştirmekte çok daha rahat hissetsem de; haftalardır öfke halinden şefkate geçmem zor oluyor. Hele ki duygusal gelgitlerimin olduğu ve korkularımın su yüzüne çıktığı şu zamanlarda, farkında olan ve olan biteni yukarıdan izleyen parçam zihnimin gerisinde sürekli konuşsa da, sakinleşmeme bir yardımı dokunmuyor. Olacakları görüyorum, olanı biteni olanca açıklığı ile biliyorum ama yine de oluyor.
Bir işe kendimi kaptırdığımda, işin tamamen içine girmem ve dış dünyaya kendimi kapatabilmem de cabası. Kendimi kaptırdığımda bölünmekten hiç hoşlanmayışım da durumu kolaylaştırmıyor. Bunlar beni ben yapan şeyler. Belki de kızım benim bu yönümü anlamakta zorlanıyor ve desteğime ihtiyaç duyuyor.
Ya da ömrünün uzun yıllarını değerli ve sevilen biri olduğuna inanmak için başkalarını mutlu etmeye çalışarak, başkalarının ihtiyaçlarını önceleyerek geçirmiş benim, kendi ihtiyaçlarıma öncelik verme isteğim yatıyor bu zor zamanların altında.
Tepkimden dolayı duyduğum vicdan azabı olmadığında, yani içten bir kabulle yaklaştığımda kendime, kızıma ve içinde bulunduğumuz âna; her şey tereyağından kıl çeker gibi yoluna giriyor aslında. Vicdan azabı; kendimi suçlamam demek. Kendimi suçlamak ise öfkelenmem...
Kızımın duygularından kendimi sorumlu tutuyorum. Onun üzüldüğünü, zorlandığını gördükçe kendime daha çok kızıyorum. Böyle hissetmemem gerektiğini düşünüyorum. Kendimi yargıladıkça işin içinden çıkamaz oluyorum.
Çok belli ki son zamanlarda davranışımı, tepkimi, duygumu kucaklayamıyorum. Sanki kucağım dolu ve henüz neyin doldurduğunu bilmiyorum. Orada kalıp onu dinlemek, anlamak için kendimle kalmak istiyor ve hoop başa dönüyorum. Kendimle kalamadığım yere.
"Güven" diyorum kendime.. "Kızına güven. Kendine güven. İyileşebileceğinize, bunun içinden çıkabileceğinize güven yeniden. Bütün bunlar ilişkinizde ya da kızında onarılmaz yaralar açmış da hiç geçmeyecekmiş gibi düşündüğünde her şey ne kadar da zorlaşıyor Seda. Kendi aldığın yola bak... Sen yanında oldukça, kalbini onu dinlemeye açtıkça kızın o yolu daha kolay alacak!"
Nefes alıp versem her şey düzelecek sanki. Nefes alıp versem ve kızım yanıma gelince görebilsem ihtiyaçlarımızı aynı anda; herhangi birimizinkini öncelemeden. Anlatsam kendimi ona; odaklanma ihtiyacımı ve yeteneğimi. Bunun bana kazandırdıklarını ve bazı zorluklar da getirdiğini. Bunun beni nasıl da ben ettiğini. Bölünmekten hoşlanmadığımı ve onu çok sevdiğimi. Bir de arada yalnız kalmanın, bir işe odaklanmanın bana nasıl iyi geldiğini. Merakla sorsam ona da dışarda kaldığında neler hissettiğini.
Elini tutsam ve sarılsam. Sözcüklerimde gerginliği değil şefkati taşısam. Sarılıp öylece kalsam biraz ve dile gelmiş ihtiyaçlarımızın bilinciyle bir orta yol bulsak birlikte. Görünür olsak birbirimize. Yalnızlığa ihtiyacı olan bir anne, annesine ihtiyacı olan bir çocuk aynı anda, aynı evde.
Gözlerimi kapatıyorum ve kendimi direnmek yerine şöyle derken hayal ediyorum: "Sen hemen şimdi senin için istediğini yapayım istiyorsun. Ne kadar sabırsızlandığını görebiliyorum. Ben bir iş yaparken, kafam doluyken hem seni hem kafamın içindekileri aynı anda duyamıyorum. Senin söylediklerini çok önemsiyorum. Dikkatimi sana verebilmek için zamana ihtiyaç duyuyorum boncuğum. Bakalım bunu nasıl halledeceğiz. Bakalım neler deneyebiliriz..."
Bir dahakine olacak mı bilmiyorum.
Zor zamanlar.
Öğretecek ve geçecek bir şekilde.
Geçeceğini biliyorum; çünkü bir yol arıyorum.
Mesela hemen şimdi, ilk iş yardım istemeyi aklından geçirmeyen yerlerimi uyandırıp eşimden dostumdan yardım istiyor ve kendime bir alan açıp, sadece bana ait bir zaman dilimi yaratmaya çalışıyorum. Sonra da kucağımdakileri bir boşaltmanın bir yolunu buluyorum.
Daha önce nasıl yapıyordum?
Kağıt ve kalem.
Yazıyordum.
Bugün yine yeniden kaleme davranıyorum.
Hatta bir kapı buldum!
Ama o başka bir yazının konusu olsun.
YORUMLAR