Aşırı sıkıcı çocuk kitapları

Çocuk kitapları raflarında geziniyor ellerim. Öğretici, eğitici, bizim yerimize disiplin verici, davranış aşılayıcı, yaramaz ya da tırnaklarını kesmeyen çocuğa çemkirici, son zamanlarda en çok da bize ait yaraları tamir edici… Mesaj kaygısından uzak ya da mesajı çocuğun kafasına vura vura, üstüne basa basa değil de bir kapı açıp, diğerlerini kapatmadan geri çekilerek veren öyle az hikaye var ki, aradığımı bulmakta zorlanıyorum. Aynı serbest oyunun yetişkin yönlendirmeli “işlevsel” etkinliklere evrildiği gibi, hikayeler de davranışçı bir araca evrildi. Oysa masal kültürü sadece mesaja dayalı değildi, değil.


Nasıl bizim hayatımız iyi bir yaşamın nasıl olması “gerektiğine” dair mesajlarla doluysa, çocukların kitaplıkları da aynı halde. Hikayelerdeki mesajlar kendiliğindenlik içinde akıp gitmiyor da “gereklilik” üzerinden yürüyor sanki. Masallar bir bakış açısından ziyade tek bir kapıyı işaret eden oklar gibi…


Çocuklara her an bir şey öğretilmesi gerektiği düşüncesi çocuklarımızın hayatını kaplıyor, sadece oyun, sadece masal olan şeylere hayatlarında çok az yer kalıyor.


Öğretme, davranış ve disiplin aşılamaya çalışan kitaplar öyle güçlü ve tekrarlı vurgular içeriyorlar ki okumaktan bile keyif almıyorum. Çocukken bu kitaplara yönelik tuhaf bir direnç hissettiğimi hatırlıyorum; manipüle edildiğimi hissediyordum. Bu kitapları dürüst bulmuyordum. Ödül ve ceza ya da rüşvetle, kandırarak, zorunda bırakarak davranış kazandırmaya çalışmakla çok benzer bir tat bırakıyordu ağzımda. Çocukken de okumadım, şimdi de okumuyorum.


Ekolojik kitaplar var bir de; ben okurken dahi içimde sevgiden çok endişeyi yeşerten. Çocukların üzerine yetişkinlere dair tüm sorumlulukların yüklendiği, geleceğin kurtarıcısı olmalarının beklendiği.. Eğer bunları dert ediniyorsam bir şeyler yapma sorumluluğu bendeyken bunları çocuklara şimdiden yüklemek ne kadar adil?


Kitap seçerken bu ikisini elemiş ve belli yaralara dair kitapları toplamışım. Zamanında acı çektiğim hangi düşünce varsa ona dair bir hikayeyi eve getirmişim. Bir yanım korkmuş kızımın da aynı şeyleri yaşamasından ve bu hikayelerle onu güçlendirmek istemişim.


Gerçekte kendi rengini sevmeyen Yarasa Pudra kızım değildi, bendim.

Resim yapamadığına inanan Vashti kızım değildi, bendim.

Düşünü arayan ve başkasının düşlerinin peşinde koşan ayıcık, bendim.


Kuralları yıktığı için oyundan atılan kütüphanedeki aslan, bale yapabileceğine inanılmayan köpek, çok meşgul annesi babası tarafından dinlenilmeyen Begüm, kendi olduğunun farkında olmayan ve hep başkasının paçası olduğunu sanan Pezzettino, artık hayal kuramadığı için hayal perisinin rüyasına girmediği çocuk bendim.


Bunlardan bazısı yazarın kendi deneyiminden beslenen, kendi farkındalığını anlatan, yazarın içinden kendiliğinden doğduğu hissedilen güçlü kitaplar; “Pezzettino", “Köprü" ya da "Dünyanın En Büyük Çiçeği" gibi. Bazıları ise çocuklara “fakındalık katmaya/öğretmeye” çalıştığı, alt metnin üst metne dönüştüğü, hikayenin diğer bütün kapıları kapattığı iyi niyetli görünen masallar sanki. İçindeki niyet bir şeyi öğretmek olunca dikteyle farkındalık birbirine karışıyor gibi.


Bu kitaplarda yaralara şifa olarak dillenmiş “Böyle hissetme, öyle değilsin, yapamayacağını düşünüyorsun, aslında yapabilirsin, kendini sevmelisin, rengini sevmelisin, sen kendinsin, başkası gibi olmak istememelisin, hayal kurmalısın” mesajları günlük hayatta karşımıza çıkan “psikolojik tavsiye”lerden farksız aslında. Gereklilik kipi suçluluğu da beraberinde getiriyor, duygunu kucaklamıyor ve “sen yapamazsın, şöyle olmalısın yoksa kabul görmezsin” kadar da güçlü bir mesaja dönüşüveriyor kolayca. Hayat ve deneyim ise bu gerekliliklere sığamayacak kadar muğlak.


Kızımın kendini sevebilmesi, ihtiyaçlarını görebilmesi ve olduğu gibi kabul etmesi, kendini bilmesi benim de hayalim; ama bunun bir gereklilik kipi olarak içselleştirmesi en son dileğim… Ben bunun hayatın akışında kendiliğinden olmasını, kendini ortaya koydukça, dünyayı ve diğerlerini anladıkça gelişsin isterim. Belirsizliği, muğlaklığı, karşılıklı ihtiyaçların ve ihtimallerin sonsuzluğunu da deneyimlesin, yolculuğunda bütün duyguları biriktirsin. O yüzden kendime söylüyorum şimdi; “Bırak yaşasın, deneyimlesin. Sana yarasını göstersin. İhtiyacını anladığında, sana anlattığında belki o hikayeleri de denersin.”


Bilgi yüklü olanları, ancak bilgi talep ettiğinde çıkarıyorum ortaya, yaralı olanları yarasını sezdiğimde. Hasbelkader tek bir kapıyı, çözümü, düşünceyi iddia edene denk gelirsek de sorular atıyorum ortaya, o didaktik mesaj bir sorgulama aracına dönüveriyor aramızda. Yine de sıkılmışız bunca yorucu hikayeden.


Şimdilerde sadece maceraya atılıyoruz birlikte. Rodari’nin masallarına kahkahalarla gülüyor, “Düş Kurma Kuralları”na bakıp oyunlar yaratıyoruz. Başka hikayelerin içinde kayboluyor, Heidi’nin, Kumkurdu ve Alis’in dünyasına giriyor sonra evdeki sallanan sandalyeye binip, okyanus ötesine ziyarete gidiyoruz. Özgürleştiğimi hissediyorum. Eğleniyoruz.


Bunca gereklilik içinde sadece eğlenmeye çok susamışız. Kana kana içiyoruz. Kendiliğimizden kendimiz oluyoruz.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Ilk okudugum kitaplardan olan `kasagi` geldi aklima simdi. Okulda okumamiz icin ilk tavsiye edilen cocuk kitaplarindandi. Ozetini cikarmak klise edebiyat odeviydi. Onu okuyan cocuk halimi hala hatirliyorum, ne kadar korktugumu da...
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.