Ev işlerinin bitmeyen derdi
Bir gün geldi patlayacak gibi oldum cidden, öyle istemiyordum ki evi temizlemeyi burnumdan soluyordum resmen. Uzun bir seyahatten dönmüştüm ve evin hali yıldırmıştı baştan. Sadece zor değil, zul geliyordu. Nereden başlasam nasıl yapsam diye düşünerek geçirdim bir iki günü daha. Asım arazide evimizin temelinde çalışıyordu tüm gün, benim dizimdeki yırtık inşaat işine müsaade etmiyordu. Dolayısıyla evle ilgili işlerde yalnızdım bir süre ama boğucu bir zorunluluk hissi ile yapmak zorunda olduğumu düşündüğüm çoğu şeye karşı hissettiğim direnç kızdırıyor, dolduruyordu beni. "Ev işi" kavramıyla kurduğum ilişki çok ama çok zorluyordu. Kafamın içinden bir sürü düşünce geçiyordu, kimisinin benim hikayemde yeri bile yoktu ama geçiyordu.
"Zorunda mıyım ben herkesin dağınıklığını toplamaya, bıktım bütün bunlardan, hizmetçi miyim ben..."
Daha önce hiç olmadığı kadar rahatsız ve kızgındım bu sefer. Baktım baş edemiyorum; ev işleri ile olan derdimin, öfkemin, zorunluluk hissimin akıp gitmesine izin verdim iki gün boyunca üzerimden. Çocukluktan kalma yılgınlığımın, bitmeyen taleplerin, aktarılmış bütün sıkışmışlık hissinin, söylenmelerimin, ailemdeki üç kuşak kadının dilindekilerin benim dilimden akmasına izin verdim. Hepsini eksiksiz duydum, dinledim. Kulaklarınızı tıkayın dedim evdekilere, öfkemi durdurmayacağım, söylenmelere susmayacağım, belki tepineceğim -ki tepindim-... Çıktım işin içinden.
Tepinmek öyle işe yaradı ki! "Yapmak istemiyorum, yapmayacağım işte! Nefret ediyorum temizlik yapmaktan! İstemiyorum ya istemiyorum!" demek, utanç ve suçlulukla güdümlenmiş zorundalık düşüncesinin zincirlerini kırmak; utanmadan kendimi duymak demekti. Çocukken istemediğimi söyleyemediğim, yapmadığım ya da hı hı deyip kaçtığım ve mutlaka azarlandığım, sürekli yapmam istendiği için bir kere yapınca övülerek onaylandığım ya da "yaptırıldığım" her an için bir kere daha söylendim sanki. Ve çok ama çok iyi geldi.
Neden zorunda hissettiğim üzerine kafa yordum sonra lavaboyu temizlerken. İyice çitiledim nedenlerimi. Akıttım suyla. Fark ettim ki çocukken duyduğum bütün ricalar birer talepmiş aslında. "Yapar mısın lütfen?" diye kibarca sorulsa da, hayır cevabını kabul edip etmediği, o sırada senin bir başka önceliğin varsa bunu duymak istemediği cevabımın sonrasında gelen söylenmelerde gizliymiş. Suçlu hissetmişim duyduklarımdan. Ayaklarımı sürümüşüm. Karşımdakinin gerçek ihtiyacını duymaz olmuşum da utanç duygumdan yapmışım ne yaptıysam. İstemeye istemeye. Yardım etmenin, karşımdakinin iyiliğine hizmet etmenin tatminini hissedememişim hiç. Hatta daha ileri gitmiş ve rica etmeyi de bırakmışım, yardım istemeyi. Kimseye böyle hissettirmek istememişim; içinde bulunduğumuz kültürde ricaların hep talep duyulduğunu çocuk aklımla ben bile fark etmişim çünkü. Hayır demenin ayıp olduğunu sezmişim.
Ve ben de talep duymuşum kendi ilişkilerimde bütün ricaları. Eşimle arama bir perde bile çekmiş bu. Ne zaman bana bir ihtiyacını söylese içimdeki belli belirsiz kızgınlık, hissettiğim direnç bundanmış anlıyorum şimdi. Hem ricasını talep duymamdan hem de rica edip beni zorunda bırakmasından. Ben yardım ihtiyacımı söylemiyorsam o da söylemesin, yardım istemiyorsam o da istemesin diye düşünmüşüm derinlerde. Kendiliğimden yardım etmek istemişim; zemin kaymış burada epey çünkü. Aslında hayal ettiğim ve gerçekten ihtiyaç duyduğum şey içten gelerek yapmakmış. İçten gelerek yapacağım bir ilişki kurabilmek ev işleriyle, evimde yaşadıklarımla, dostlarımla...
Zorundalıklarıma duyduğum doğal direnç nedeniyle içten gelmeyen, tepkisel sınırlar belirlemişim evimin düzeniyle ve temizlikle ilgili. "Ne var canım sende neden takıyorsun ki bu kadar dağınıklığı, takıntılı mısın acaba?" diyerek ötelemişim mesela eşimin düzen ihtiyacını. Ben de bunaldığım halde direndiğim zamanlar olmuş düzene. Söylenme halinin ne kadar incitici olduğunu bildiğimden, söylenmek istememişim işleri ihtiyaç duyarak, isteyerek yapmadığım halde. Yutkunmuşum, yutkundukça dolmuşum. Doldukça kendimi söylenir bulmuşum, gerçekten ama gerçekten hiç istemediğim halde. Kızımın gözünde aynı suçluluğu görür görmez geldim kendime ve sustum döndüm içime. Başka bir yol mümkün müydü? Olmalıydı... Vardı herhalde.
İhtiyaç duymama izin verilmemiş hiçbir de, hep başkasını tatmine dönüşmüş iş yapma eylemlerim. Bu sefer fark ettim ne gerek var dediğim bazı şeylere neden gerek olduğunu. Hayatımda ilk defa bu seferinde... Yaşasaydım dağınıklığı mesela, rahatsız olsaydım bir kereliğine bulurdum bir çaresini kendimce. Bir iktidar meselesine dönüşmezdi, hayatımı kolaylaştıracak özgün bir düzene direnç hissetmezdim ben de. Ancak şimdi bütün bu duygular temizlendiğinde nelere ihtiyaç duyduğumu anladım ve ona göre içimden gelerek, zor diye düşünmeden aksiyon aldım. Anneme, babama ya da kocama değil, kendime ait bir düzen kurdum. Benim ihtiyaçlarımdan beslenen.
Elalem ne der kısmını kızım bebekken halletmiştim. Bir başkasının gözünden kendimi görmeyi bırakarak, kendimle, yapabildiğim kadarı ile barışarak iyileşme sürecinde halletmişim o kısmı. Bu defa derdim kendimle değil, ev işlerinin her biriyle çocukluktan başlayarak kurduğum ilişkideydi; tepinip, söylenip, düşünüp sil baştan kurguladım ilişkimi.
Bütün bu sürecin iyileşmesi ve ev işleri, destek ve yardım isteme/istenme, ihtiyaçların dile getirilmesi ile ilgili bütün ilişkilerimi yeniden kurgulamak için bir alana ihtiyacım vardı. Tetiklenmelerimi en aza indirebilmek için desteğe ihtiyacım vardı öncelikle. Çünkü tetiklendiğimde öfkeleniyor, saldırıya geçiyordum ve ilişkilerim karmaşıklaşıyor, zemin kayganlaşmaya başlıyordu. Gerçek ihtiyaçlarımız üzerinden değil, onları perdeleyen olaylar üzerinden tartışmaya başlıyorduk bir şekilde.
Eşimle olduğu gibi konuştum bu konuyu. Ricalarını talep duyduğumu, ne zaman ev işi yapsam zorundalık hissi ve kızgınlıkla boğuştuğumu, herhangi bir şeyin sadece benim görevim olmadığını bilsem bile bunu onun ağzından duymaya ihtiyacım olduğunu... Süreci nasıl kolaylaştırabileceğimizi konuştuk birlikte. Gece, ertesi günün planını konuşurken ev işlerini de kalem kalem dahil etmekle başlamaya karar verdik. Arazi ve ev işlerinde gönüllü olarak işleri sahiplenmeye, neyi kimin yapacağını ya da o gün başka neye ihtiyacı olduğunu konuşmaya başladık. Yalnızlık, kendine ait bir zaman gibi ihtiyaçlar seslendirilmeye ve ertesi gün en öncelikliler listesinde yer almaya başladı. Benim için en önemlisi bunları söylemeye başladım. Çünkü ihtiyaçlarımı duymamak ve söylememekti benim fabrika ayarlarım. Yapmak istemediğimi söylememek… Yapmak istemediğimde suçlu hissetmek.
Çok çok iyi geldi bana bütün bunları temize çekmek. "Görev, sorumluluk, yardım, ihtiyaç" kelimelerinin ardını da sil baştan işlemek. Zorundalık olan anlamını içtenlikle, birbirimizi gözetmekle, duymakla, dinlemekle, hayıra yer açmakla, esneklikle, kendiliğindenlikle değiştirmek. Sonrasında da "çocuğa sorumluluk vermek" üzerine de düşündük ve değiştik ama o başka bir yazının konusu.
YORUMLAR