Güç
Son beş yıldır kendime kıyafet alışverişi yapmadım. İki yıl önce kardeşimin düğünü için aldığım elbise ve seviyorum diye dostlarımın diktiği iki,üç şalvar hariç bir şey girmedi evime. Geçenlerde üstümdeki renkleri solmuş, bazı yerleri eprimiş ya da ufak ufak delinmiş en az 10 yıllık t-shirtüme bakarken düşünüyordum ne yapsam diye. Artık ihtiyacım vardı bir ya da iki tane kıyafete ama fazlasına değil. İşte tam o sırada annem yetişti derdime. Benim liseden kalma penyesi hala sağlam t-shirtlerimin eskimiş yerlerini kesip, şekiller desenler yapmış ve yepyeni hale getirmiş. Bunu gören ben hemen kondum tabi üstlerine. Şimdilerde satın alınan her şey çok kolay eskiyor ya da bozuluyor. Eskiden bir evlilik ömrünce dayanan buzdolaplarının dayanma süresi kaç yıl şimdi? Bilgisayarların ve telefonların ömrü geçen 10 yıla göre baya düşmüş görünüyor hem de teknoloji "ilerlediği" halde. "Planlı eskitme" deniyor buna kısaca, bir belgeseli bile var hatta. İnsan izleyince uyanıyor.
Böyle bir karar vermek, üzerinde 5-10 hatta 15 yıllık kıyafetlerle gezmek zor bir şey gibi görünse de, ardında bir inanç olduğu için kolaylıkla yaşanıyor aslında ve hatta bunu hayatının her alanına yayabiliyorsun. Yalnız kıyafetle ilgili değil yani bu tercih benim, bizim için; yaptığımız seçimlerin inandığımız değerlere, hayalini kurduğumuz dünyaya nasıl hizmet ettiği sorusu ile ilgili. Ya da hizmet edip etmediği... Ya da neye hizmet ettiği. Hatta tatmin duygusu ve işe yarar hissetmekle de ilgili. Bir de anlamıyla hayatımızın. İşte size cevabı; o eski kıyafetlerle dışarı çıktığında, ikinci el telefon kullandığında sosyal kaygı hissetmiyor musun sorusunun: Hayır hissetmiyorum.
"Yalnız gereksinim duyduklarını al" demişti Büyük Baba Küçük Ağaç'a*, sadece ihtiyacın kadar. Çünkü bu denge için önemlidir ve yaşam döngüsü için. Yaşadığımız yerdeki diğer canlılar ve yaşamın devamı için. Yani bizim de devamımız için. Çünkü hepimiz birbirimize bağlıyız. Bu yüzden bir şey satın almadan önce bunun gerçekten ihtiyacım olup olmadığını, bu seçimin neyi beslediğini düşünmek, sorgulamak benim sorumluluğum. Aldığım fazladan bir t-shirtün dünya kaynaklarına etkisini, onun üretiminde harcanan enerjiyi, salınan gazları, merdiven altlarında çalıştırılan çocukları, harcanan suyu, kullanılan kimyasalı düşünmek ve kendime bütün bu zinciri büyütmeyi mi değiştirmeyi mi istediğimi sormak benim bu hayattaki en önemli sorumluluğum.
Satın almanın şimdiki kadar kolay olmadığı eski günlerde birçok hatta pek çok evde "gerçekten ihtiyacımız var mı?" sorusu mutlaka sorulurdu. Ancak bu cümle romantik bir güzelleme değil çünkü o dönemlerde bu soru yaşam ve denge gözetilerek değil, alım gücünü iyi yönetebilmek için gündeme geliyordu. Yılda bir ya da iki kez bayramlarda alınırdı kıyafetler ve çocukların her istediği de ol(a)mazdı. O zamanlarda büyüyenlerin içinde sahip olmak istediği çok şey kaldı ve bu yüzden mutluluk alabilmekti; "sahiplikti." Güç ise parada. Bir şeyin ihtiyacımız olup olmadığını sorar olmak yokluktandı; "güçsüzlük"tendi bir anlamda.
Bu kodlama nedeniyle anlıyorum özellikle büyük anne ve büyük babaların torunlarını kendi çocukluklarında onları mutlu eden şeylere boğmaların; çikolatalar, dondurmalar, oyuncaklar, kıyafetler ve her istediğini almalar... Salt torunlarını mutlu görmek değil "alabilmek" de güçlü hissettiriyor aynı zamanda onları. Belki çocukluklarındaki yokluğu belki de ebeveynliklerinde hissettikleri yetersizliği tamir ediyorlar bu şekilde biliyorum, anlıyorum da... Ama yakından bakınca sormadan edemiyorum sizce şimdiki çocuklar bunca oyuncağa, kıyafete rağmen tatmin ve mutlu mu? Neye hizmet ediyor kendi yoksunluk duygumuzun bize oyunu? İşte tam o noktada hatırlıyorum en sevdiğim Aborjin sözünü: "Bize iyi gibi görünen bir şey her zaman zararsız değildir."
Ben de mutlulukla anıyorum babamın bütçemize fazla gelmesine ve ihtiyaç olmamasına rağmen kıyamayıp aldığı turkuaz kolyeyi hala mesela. Dile kolay 10 yıl uğurum diye taşıdım onu boynumda. Ama ne zaman o anı düşünsem, kolyeden çok babamın bana sevgiyle bakışı gelir aklıma çünkü biliyorum ki mesele sahip olmak değildi aslında; o zor karar anında hissettiğim sevgi ve şefkatti. Mesele bana dışarıdan bakan annem için bayramlık gibi görünse de mutluluğum aslında bayramın kendisiydi... Kızımın ihtiyacı olan da dolabına eklenecek bir tane daha t-shirt ya da bebek değil; aile büyüklerinin ona ayırdığı zaman ve sevgi. Birlikte bir şey yapmak, sabrı, süreci ve hikayelerini öğrenmek belki.
Bana öyle geliyor ki asıl sorun "güç"ün tanımıyla ve gerçekte nerede olduğuyla ilgili. Tercihlerimin sorumluluğunu aldığımdan beri işe yarar ve "yapabilir" hissediyorum kendimi. O zaman kocaman bir anlam ve kendi dünyamı değiştirebilmekten, hayal ettiğim dünyaya hizmet etmekten gelen büyük bir güç gelip yerleşiyor kalbime. Gücümün kaynağını bildiğimden beri dışsal şeylerle kazanılamayacağını da anlıyorum eğer göremiyorsam gücü içimde. Tecrübeyle de sabit aslında; satın almak doldurmuyor hiçbir boşluğu. Evrenden ve dengeden çaldığımızla kalıyoruz. Torunlarımıza, çocuklarımıza dünyaları vermek isterken, yarınlarından çalıyoruz.
*Küçük Ağaç'ın Eğitimi, Forrest Carter
YORUMLAR