İhtiyaç karşılamak ya da karşılamamak
Kedi yavrularını izliyordum geçenlerde. Annelerinin memesinden emiyorlar, oynuyorlar, en az insan bebekleri kadar yaramazlar. Arada azar yiyorlar falan ama genel olarak işler yolunda. Ben bırak dört taneyi, iki tane yakın yaşta bebekle kendimi düşünemiyorum.
Cemre doğmadan önce çok çocuk istiyordum. Doğdu ve fikrim değişmedi. 3 kesin diyordum da 4'de yaşım yetmez herhalde diye hesap yapıyordum. Yine de içimde bir şey ağırdan alıyordu sanki.
Bir gün çok sevdiğim dört çocuklu bir arkadaşımın evine gittim. Çocukları sırasıyla 13, 9, 3 ve 1 yaşlarındaydı. Bir süre izledim onu. Çocukların ihtiyaçlarını karşılamasını, hepsiyle tek tek konuşmasını. O arada benimle sohbet etmesini.
Kesinlikle benim yapabileceğim bir şey değildi bu. Emindim. Genetik aile geçmişimizde ikiz olduğunu bilmek bile beni ne kadar çok korkuturdu daha evlenmeden önce. İki bebeğin aynı anda ağlamasını düşünmek beni deli etmeye yetiyordu. Yapamazdım. Emindim bundan. Vazgeçtim tabii. Neden zihnim hayaller kursa da içimin beklediğini anladım o gün. Ben aynı anda o kadar çok kişinin, farklı ihtiyaçları ile baş edemezdim. Mizacen bunu yapmam mümkün değildi.
Cemre 8 yaşına girecek birkaç gün sonra. Beliz ise 6 aylık. Hal bu iken bile aynı anda ihtiyaç karşılamakta zorlanıyorum. Yaş farkı işimi kolaylaştırsa da hissettiğim baskı azalmıyor. Benim mizacım "adrenalin ve stres yüklü bir harekete geç baskısı" ile ihtiyaç karşılıyor.
Human design (insan tasarımı) haritamda ihtiyaç karşılama kapısını gördüğümde hiç şaşırmadım. Benim çok uzun yıllar "anaçlık" sandığım şeydi bu. İnsanların temel veya duygusal ihtiyaçlarına karşı duyarlıydım. Tuhaf ve nokta atışı bir sezgiselliğim vardı söz konusu ihtiyaçlar olduğunda. Bilirdim daha kişi susadım bile demeden susadığını ve otomatikman gider su getirirdim. Düşünmeden. Cemre bazen der ki "anne ben sana daha söylemedim ki!!"
Bu kapının özelliği ihtiyaç duyulmayı özlemesi. Hatta hayatî biçimde ihtiyaç duyulmaya ihtiyaç duyması. Bu yüzden ihtiyaç karşıladığım zaman çok tatmin olan, mutlu olan, müthiş bir enerji, canlılık ile dolan bir tarafım var (e adrenalin sağolsun!). Aynı anda ihtiyaç karşılamak zorunda hisseden bir tarafım da var. Çünkü mekanizma baskı ile harekete geçiyor ve ben müthiş bir adrenalin/stres yüklenmesi ile ihtiyaç karşılıyorum. Hem "ihtiyaç duyulmazsan kabileye ait olmaz yalnız kalır ve yaşayamazsın" hem de "ihtiyaç karşılamazsan hayatta kalamazsın diye duyuluyor bilincimin zemininde, ya da meşhur tabiriyle bilinçaltımda, içimdeki enerjinin sesi.
İhtiyaç karşılama konusunda oldukça başarılıyım esasen. Fıtratım bu. Ama aynı anda birçok ihtiyaç olduğunda baskıyı yiyorum ama hangisini önceleyeceğimi bilmiyorum. Hepsi aynı derecede önemli/hayatî geliyor sistemime. Sıkışıyor ve öfkelenmeye başlıyorum. Dişlerimi sıkıyorum. Baskı geldi, alttan vurdu ama boşalmak için harekete geçemiyorum. Hele ki aynı anda benim de bir ihtiyacım var ise...
Yalnızlık, sessizlik, odaklanma, düzen... İşte şimdi sıkıştım ve bittim.
Bazen de harekete geçiyorum bir şekilde ama oldukça gergin ve hızlı. Baskıdan kurtulmak için bir an önce karşılamak üzere ileri atılıyorum.
Mekanizma stresle başladığı için ihtiyaç karşılamaktan çok mutlu olduğum, tatmin duyduğum anlarda bile, mesela bebeğimi emzirirken, çenemi gergin hissediyorum.
Benden karşılayamayacağım şeyler talep edildiğinde durum daha da beter. Baskı yüksek ama işlem mümkün değil. İşte mavi ekran verdim şu an.
Adrenalini harekete geçiren mekanizmalarla baş etmek oldukça güç. Zira oradaki işlemler "hayatta kalma" güdüsü ile sürüyor. Bu yüzden es geçilip, görmezden gelemiyorsunuz. Baskı geldiğinde bedenimin ileri atıldığını hissettiğim çok olmuştur. Biri su isterse saniyesinde yerimden kalkabilirim istemsizce.
Baskı anları iletişim kurmak için pek de uygun anlar sayılmaz. Eğer o sırada çok mutluysam, dengeli bir durumsa pek sorun yok ama sıkışmış isem gerçekten dişlerimin arasından cevap verebiliyorum. Kaçıp gidesim geliyor.
İhtiyaç karşılamanın hayati bir mekanizma olduğu fıtratımda, ihtiyaç karşılamamak ya da yeterince iyi karşılayamadığını düşünmek de korkunç. Suçluluk ve yetersizlik yakanıza yapışabilir.
Bir dinamik de kalp merkezimden geliyor. Fıtratımda kalp merkezim kendi değerini kanıtlamak için sözler vermek, yapabilmek/yetebilmek için aşırı çabalamak ve ihtiyaç karşılamayı bir değerlilik meselesi haline getirmek gibi eğilimlere sahip. Birine söz vermiş, enerjim olmadığı halde bir şeyi "tamamlamaya" çalışıyorken çocuklar ihtiyaç belirttiğinde hem kalpten hem kökten sıkışıyorum. Bedenim çok geriliyor.
Kendi ihtiyaçlarımı duymak, onları ifade etmek ve gerektiğinde öncelemek uzun bir yolculuktu, ancak mekanizmanın mizacen "kabile" alt yapısı nedeniyle "öteki" üzerine odaklanmış olması durumun zorluğuna bir açıklık getirdi. Yıllarca farkındalık ile bu durumu dengelemeye çalıştım ancak ihtiyaç fark ettiğimde ya da benden "istendiğinde" çenemin gerilmesine, yani adrenalin/stresle yanıt vermeye engel olamadım. Tasarım haritama baktığımda bu enerjiyi yaratan mekanizmayı görmek bana inanılmaz bir kabul ve rahatlama getirdi. Bedenim stresle ille de ileri atılıyordu işte. Farkındalığımdan bile önce, bedensel olarak tepki veriyordum. Bu bir refleksti.
Bunu bildiğimde, o sırada ne yaşadığımı kendime izin vererek izlediğimde, önce bir acı hikayesi çıktı oradan. Dev bir yorgunluk... Bıkıp usanmadan ihtiyaç karşılayan, enerjisi olmasa bile bunu yapan, kendini hiçe sayarak yapmaya devam eden refleksif tarafımın hikayesini dinledim. Ağladım. Yorgunum dedim. Yattım bir süre.
Sonra içimdeki direnci hissettim. Baskının doğurduğu direnci. İhtiyaç karşılamak istemiyorum diyen tarafımı. Ağlayan, bağıran baskıdan yorgun...
Evde ilan ettim. Bir süre yemek, içmek gibi acil şeyler hariç hiçbir ihtiyaç karşılamayacağım. Kendimi anlamaya ve bir kez olsun dinlenmeye ihtiyacım var. Hamileydim ve İstanbul'da idim. Cemre üst kata çocukların yanına çıktı, eve geldiğinde de ise biraz film izledi. Dinlendim.
Beliz'in doğumunu ile aynı kısır döngüye düşmekten çok korktuğumu fark ettim. Bu hamilelikte biraz mesafeliydim anneliğe sanki. "Anne olmak istemiyorum" diyen bir ses duyuyordum arada. "Artık anne olmak istemiyorum." Benim bedenimce meali "artık bu şekilde ihtiyaç karşılamak istemiyorum."
İhtiyaç karşılama baskısı hayatımdan gitmek istiyordu anlaşılan. Bir süre kaldım o baskıyla. İyice izledim kendimi. Katman katman açıldı, görünür oldu gözüme dinamiğimin bütün yönleri ve geçmiş hikâyem.
Sonra uzandım. Niyet ettim... Bana hizmet etmeyeni bırakmaya. Yeni'ye kendimi açmaya.
Yeni, zamanla açıldı. Hâlâ da açılıyor.
Seçim yapıyorum basitçe artık. Zorunluluk düşüncesi bu şekilde gidiyor. "Şu an ailemin yemek ihtiyacını karşılamayı seçiyorum. Bu benim de ihtiyacım" gibi hatırlıyorum...
Baskı hissettiğimde duruyorum, ifade ediyorum, izin istiyorum, nefes alıyorum, baskıyı tek bir işe yönlendiriyorum. Mesela bulaşık yıkamak, o sırada yapmak istediğim bir şeyi yapmak yahut yürümek, şarkı söylemek, dans etmek... Önce gergin, sert, sonra gevşemiş ve neşeli...
Karşılayamayacağımı bildiğim ihtiyaçlar için dürüst olmayı öğreniyorum. Radikal bir şekilde dürüst ve açık. Aynı zamanda karşımdakini duymak için de "orada" bulunuyorum. Uzlaşmaya hazır şekilde.
Hiç kolay değil. Bu tamamen teknik, fiziksel, bedensel, dürtüsel bir mekanizma. Uzun süreler farkındalıkla durumu anlamaya, üst katmanlarını dengelemeye çalışmıştım. Neyse ki bedensel olanı da tanıyorum artık.
Ve dengelemeyi seçiyorum.
YORUMLAR