Neden gidemiyoruz?

"Şiddet görüyorsa neden ayrılmıyor?", “Kendi parasını da kazanabiliyor, boşanabilir.” Bu cümleler çok tanıdık. Defalarca duyduk. Oysa gerçek dünya, bu kadar basit bir denklemle işlemiyor. Kadınların şiddet gördükleri ilişkilerden ayrılmalarının önünde sayısız psikolojik, ekonomik ve toplumsal engel var. Tam da bu yüzden, esasen sormamız gereken soru "neden gitmiyorlar?"dan ziyade, "neden gidemiyorlar ve bunu nasıl değiştirebiliriz?” olmalı.


Şiddet içeren ilişkiler çoğu zaman döngüsel ilerler. Bir gün hakaretler, tehditler, fiziksel şiddet varken ertesi gün özürler, sevgi gösterileri ve "bir daha olmayacak" sözleri gelir. Şiddet döngüsünde balayı evresi dediğimiz günler başlar. Bu süreç çok yanıltıcıdır. Hele de bu tutarsız tavırların sevdiğiniz, bir zamanlar çok aşık olarak evlendiğiniz kişiden gelmesi tuzağa düşmenizi kolaylaştırır. İlişkinizin değil şiddetin bitmesini arzu ettiğiniz için, tek seferlik olduğuna, pişman olduğuna, artık şiddet bittiği yanılgısına kapılır gidersiniz.


Şiddet çoğu zaman duygusal istismarla eşzamanlı ilerler. Bir kadına yıllarca değersiz olduğu, kimsenin onu istemeyeceği, tek başına var olamayacağı türlü türlü yollarla söylendiğinde, o da bunu içselleştirmeye başlar. “Seni benim kadar kimse sevemez” cümlesi bile bu hissi besler çoğu zaman. Zamanla öğrenilmiş bir çaresizlikle "Ne yaparsam yapayım kurtulamam" düşünceleri kemirmeye başlar zihni. Collette Dowling’in sözüyle kadınlar kullanmadıkları kanatlarının varlığını bir süre sonra unutur. Uçamayacağına inandırılmış olduğunda uçmayı hiç denememeyi seçer. Oysa bu içine düştüğümüz bir çukurdan ibarettir, maruz bırakıldığımız şiddetin bir sonucu olarak gelişen bir yanılsamadır.


Şiddet ortamında yaşayan pek çok kadın, çoğu zaman eğitim ve ekonomik bağımsızlık fırsatlarından da mahrum bırakılmıştır. Kendi gelirini elde etmesine engel olunmasa da işinde yükselmesine mani olunur. Bazen doğrudan bazen dolaylı şekilde zindan parmaklıkları örülür. Sadece evdeki istismar ortamı bile işine odaklanmasına engel teşkil eder. Şiddet bazen ortak borçlar yaratmaktır. Bazen ortak haneyi işgal etmektir. Bazen o kanatlara bile isteye zarar verilir.


Kadınların şiddet gördükleri ilişkilerde kalmalarının en büyük nedenlerinden biri de toplumdan gelen “yuvanı yıkma” baskısıdır şüphesiz. Boşanan ya da eşini terk eden kadınlar, çoğu zaman "ailesini dağıtan" kişi olarak suçlanır. Bir kadının ne olursa olsun evin dirliğini tutması beklenir. Anne ve babayla bir arada büyümek dışında sağlıklı bir aile modelinin olmadığı empoze edilir. Kadının yaşam enerjisinin bitmesi pahasına o evliliklerin sürdürülmesi emredilir çoğu zaman.


“Evlenince düzelir” gerekçesiyle öfkesini yönetemeyen, bağımlılıkları olan erkekler kadınlar sanki birer rehabilitasyon merkeziymişcesine kadınların yaşamına dahil edilir. Dev bir sorumluluk yüklenir sırtına kadının “sen onu iyi edersin” diyerek. Onore olur kadın, kendisine atfeddilen bu güç karşısında. Edemeyiz oysa ki. Mümkün değildir çoğu zaman. Kadın kendi yaşam enerjisini, kendi kabını o dertler deryasına aktarır da hem kendi kaynağından olur hem de bir sonuç alamaz esasen.


"Neden gitmemiş?" diye sorması kolay. "Boşansaymış madem" demesi kolay. Toplumsal dinamikleri tartışmaya açmadan bu sorulara doğru yanıtları alamayız. Öte yandan tüm bu yüklere rağmen de gidebilmek mümkün. Hapsedildiğimiz kulelerden çıkmak mümkün, kimi zaman aşağı atlamayı gerektirse de. Bize düşen o kuleler altına şişme balonlar kurabilmek. Seneler içinde inşa edilmiş tüm o zehirli fikirleri alaşağı etmek için uğraşmak. Zindanından kaçmak isteyen kadına “ben buradayım, senin için ne yapabilirim” demek.


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.