İstanbul’daki son günler -2…

Kırk kere söylersen olur derler ya, biz de İstanbul’dan gideceğimizi söyleyip duruyoruz etrafımızdaki insanlara…


Hesaplar yapıyoruz: Selahattin’in gitarını bir de geniş açı lensini satsak; ben de önümüzdeki ay çift maaş alacağım; zaten maaşımı alınca hemencecik kenara koyduğum dövizlerim var birikmiş; bayram tatiline de denk getirir, gider yer bakarız.


Kafaya koymuşuz yani. Ne yapacağımıza da karar verdik o yuvarlak masa sohbetlerinden bir diğerinde: Yemek yapıcaz biz; insanlar aç kalacak değil ya…


Böylece sağdan soldan gelen “ya başaramazsanız” korkutma ve yıldırmalarından da bir nebze korumuş oluyoruz kendimizi…


Kararlıyım; bir minibüsün arkasında börek de satabilirim hatta hatta sokakta yatarım yine de geri dönmem…


Çok seviyoruz yemek yapıp sofra hazırlamayı. Arkadaşlarımızı davet ediyoruz sık sık. Baharatlara da sardırmışız o ara; ne pişirsek onun içine biraz ondan biraz bundan, deneysel takılıyoruz…


Kimse de pek şikâyet etmemiş olsa gerek ki, şimdi olsa not diye ancak dört buçuktan beş vereceğim yemeklerimi yemişler…


Kartal’daki küçücük evden sonra üst Göztepe’deki bu ev bize yayla gibi geliyor.

Öyleyse gelsin dostlar…


Onca zaman ev aramış, sonunda yepyeni bu daireyi bulmuşuz. 12 katlı bir apartmanın onuncu katındayız. Güney cepheli, çiçeklerimiz ve Selahattin’in kaktüsleri için kocaman balkon da var. Evin keyfini çıkarıyoruz. Kalabalık eğlenceler, sabah günü doğurtana kadar sohbetler, müzik, hep müzik…


Bu güzelim “at koştursan olur” evde her şey çok güzel görünse de minibüs yoluna yakınlık etkisi kendini unutturamıyor bir türlü. Bütün gün süren trafik sabah saatlerinde dayanılmaz hale geliyor. Yatak odası da aksi gibi o tarafa bakmaz mı?

Korna sesleri geliyor bir taraftan, diğer taraftan da çaaaaat çuuuuut kapı açma-kapama gürültüsü…


Oooooof, daralıyoruz; uyku uyumuş muyum uyumamış mıyım belli değil sanki; bütün gün sersem sepelek dolaşıyorum bu yüzden…


Konfeksiyon işindeyim; bir de yeni marka yapıyoruz; defile hazırlığındayız. Birkaç ayrı atölyede dikiliyor mankenlerin her bir sahnede giyeceği giysiler; ofisten bir arkadaşımla bu işin takibini yapıyoruz semt semt gezip…


A aaaaa arkadaşım aniden böbreklerinden rahatsızlandı. Müdürümüz hemen, başka bir departmandan bir kızı alıp benim yanıma yardımcı verdi. Öncesinde aynı servis minibüsünde hiç muhabbeti olmadan gidip gelen iki insandan bir anda minibüsün ön koltuğuna kurulan kumrulara dönüşüyoruz. Ne de tatlı, komik bir kızmış! Laflıyoruz, kıkırdıyoruz yol boyu…


Derkeeeeeen……..Tataaaaaaaammm…Radyoda bir şarkı çalmaya başlıyor: Loosing My Religion-REM söylüyor… Bunun üzerine arkadaşım da demez mi “bu şarkı abimin otelindeki diskoda ne çok çalardı geçen sene!”


Hangi otel canım? Ne diskosu? İşte Bodrum Gümbet’teymiş de, İngilizler işletiyormuş da, fakat aletlere iyi bakmıyorlarmış da, pikapları bozup plakları kırıyorlarmış da…


Hmmm, eeee biz yapalım işte DJ’lik diye atlıyorum konuya; titiz ya Selahattin, iyi bakar işte alet edevatlara da…”Aaaa ne güzel olur” diyor arkadaşım da, destekliyor bir anda; bu da bana cesaret veriyor tabii. “Size oda da verirler, sen de garsonluk yaparsın, çok güzel de bahşiş çıkıyor, kendinizi denemiş olursunuz hem, abimle randevu ayarlarım ben, çok açık fikirlidir, gider konuşursunuz, hem gitarı da satmazsınız belki.” Hah, tamam işte bu çok vurucu… Gitarın satılmama ihtimali…

Servisten indim, eve varana kadar bunu düşünerek heyecanlanıyorum… Derken asansöre bindim ve o asansör onuncu kata çıkana kadar kimbilir kaç kez kabarıp kabarıp söndüm. “Yok, yok, Selahattin hayatta istemez, gürültüye dayanamaz. Kesin hayır diyecek!” Kim bilir kafamdan kaç kez geçti bunlar ve ben hayata attığım bu oltadan çok heyecan duyarak kapıyı çalışımı çok iyi hatırlıyorum…


Hemen konuya giriyorum tabii, anlatıyorum anlatıyorum ve sonuna da ekliyorum: “Gitarı da satmazmışız hem. Ne dersin? “ Hayırmış, olmazmış, o gürültüden kaçarken nasıl olurmuş… Peki, o zaman DJ arkadaşlarından biri ile anlaşırız, onu maaşla biz çalıştırırız, olmaz mı? “Olmaz.”


Birkaç kez bu hamleyi yaptıktan sonra omuzlarım düşüyor; bir kenara çekiliyorum… Bir hayal söndü sanki… Sessiz durduğum bir on dakikadan sonra son bir hamle ile şimdilerin “son kararın mı”sına denk gelen sorumu soruyorum: “iyi düşündün mü?”


Ve Selahattin de yanıtlıyor: “hayır, iyi düşünmedim, gidelim görüşelim madem randevu alalım da.”

Hoooooooop, işte bir adım atıyoruz o anda başka bir gerçekliğe…

Allahım…

Yine müzik yaptı yapacağını…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.