Deneme cesareti…

Çocukken resim yapmayı severdim herhalde, ortada bir ev, çatısı, bacasından tüten duman, dağlar ve ardında doğan güneş, kıvrılarak akan dere, sağda solda top top ağaçlar, sivri uzun ağaçlar… Bahçede çiçekler, belki köpek, kedi, kelebekler… Ha bir de periler, prensesler, taçlar, pelerinler. Benim hayalimi yeterince anlatmış olsalar gerek, güzel ya da çirkin mi çizmişim diye düşündüğümü hiç hatırlamıyorum.


Sonra ne olmuşsa olmuş, okullar başlamış, ben okulda resim yapmayı sevmez bir hale gelmişim! “Yaptığım resim güzel olmadı!” diye birşeyler var aklımda bu konuyla ilgili. Bir yerlerde tuhaf bir kayıt yapmış olmalıyım. Sonrası işte bildiğiniz ya da tahmin edeceğiniz gibi:


“Ben resim yapmayı beceremem zaten!”



Allahtan daha sonra seçmeli dersim müzik oldu da resim derslerinden yırttım diye sevinirdim o zamanlar.


***


24 yıl önce, İstanbul’daki son işim: Tekstil.


İnsanların ekmek parası uğruna, hayatlarından saatlerini satmaları karşılığında onlara ödenen maaşlarla geçinebilmek, çoluk çocuğunu okutabilmek için mesai saatleri yetmiyormuş gibi geceleri de, hafta sonları da, bayramlarda da, yılbaşlarında da çalıştırılarak kelimenin tam anlamıyla “sömürülmesine” isyanlardayım. Üstelik şirketin üst düzey yöneticilerinin ve modellerin üretildiği atölyenin yerinin bulunduğu ana bina ben işe başladıktan bir süre sonra tadilata giriyor. Başka bir dekorasyonla, aylar süren çalışma sonucu gereksiz bir şıklıkta yeni ofisimiz oluyor. Cam masalar ama pek rahatsız koltuklar. Mevsimlerden kış, ofis sıcak, kaloriferler yanıyor.


Bizim binadan çıkıyoruz, sokağın karşısına geçince tam karşıda depo binamız var. Model örneklerinin dikilmesi için gereken tüm malzemeleri oradan temin ediyoruz. Kumaştan fermuara, düğmeden ipliğe her şey oradan alınıyor. Atölyedeki Tahir ustanın elime tutuşturduğu malzeme listesiyle deponun ofis binasına yollanıyorum. Kapıyı açıyorum, karşımda montuyla oturmuş, ellerini göğsünde kavuşturmuş, başını kaplumbağa misali içine çekmiş depo görevlisi arkadaş belli ki üşüyor. İçimdeki asi ruh hemen işi devralıyor ve soruyor: “A aaa, burada kalorifer yok mu??”


-“Yok abla”

-“Allah Allah, niye kurmamışlar ki buraya da? E o zaman bir sobanız olsaydı bari...”

-“E işte, yok.”

-“Niye ki yok?"

-“Baca deliği yok ki abla.”

-“Hmmm, peki istesenize bi tane katalitik soba?”

-“Yok abla isteyemeyiz biz.”

-“Niye ki??? Bence isteyebilirsiniz bi tane soba, n'olucak, ofise milyarlarca lira harcadılar, size de bir tane katalitik alsınlar!”

-“İstesek de almazlar ki.”

-“Ay öyle yok demeyin hemen, nereden biliyorsunuz, bi sorun bakalım, belki alırlar.”


Ben sıcak yerden gelmişim, keyfim yerinde de bu insanların canı yok mu? Off yaaa, daha istemeden olmayacağını düşünüyorlar, yazık! Belki olur.


Böyle böyle kaç kez konuştum, gittim geldim her seferinde fiştekledim kim bilir? Derken bir gün depoya girdim ki ne göreyim?


“Katalitik soba!”


Ohhh çok şükür! Kıs kıs gülerek nasıl oldu bu iş diye soruyorum haliyle. En sonunda patronlardan katalitik soba alınmasını istemişler ve soba alınmış, ofise kurulmuş bile!


***


Yıllar sonra tatlı arkadaşımız Nisan Maya, iki buçuklu yaşlarını geçirirken bir gün köyde onları ziyarete gittiğimizde elime kâğıdı kalemi tutuşturuyor, o çok düzgün cümlelerinden birini kuruyor:


“Bana bir koyun çizer misin Ayşe teyze?”


Bende cevap hazır tabii: “Ben resim yapmayı pek beceremem Nisan Mayacım.”


“Ama deneyebilirsin Ayşe teyze.”


Hah işte, çocuğun içindeki bilge konuştu! Belli ki annesi ona böyle öğretmiş, yapabileceğine yüreklendirmiş.


Evet ya, deneyebilirim, oturup bir koyun çiziyorum kendimce. Pekâlâ da oluyor çok şahane olmasa da.


O zamandan beri ne zaman bir şey için “yapamam” diye aklımdan geçirsem Nisan Maya’nın bu sözü aklıma geliyor ve hiç olmazsa bir kez deniyorum.


Ne yapıp neyi yapamayacağımıza karar verenlerin, bir şeyleri güzel ya da çirkin diye niteleyerek ayrım yapmayı öğretenlerin, ruhlarımızı yapamayacağımıza inandıranların varlığına rağmen şu insanoğlu-insankızı bunca şeyi başarabilmiş ya helal olsun. Üzerimize yapıştırdıkları giysiyi çıkarıp attığımızda gerçek halimiz tüm parıltısıyla ortaya çıkıyor.


Doğrunun ve yanlışın ötesindeki o yerde, herkese en azından bir kez deneme cesareti diliyorum. Yanlış yapmaktan korkmadan, başaramama ihtimalini aklımıza bile getirmeden atacağımız her adım yerine ulaşacaktır, inanıyorum. Yoksa bunca çocuk nasıl adım atar, ayağa kalkar ve yürürdü?


Fabrika ayarlarımıza dönmekte sonsuz fayda var.




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir ayşe yazını çok beğendimmm...umarım bu yaz ağustosta görüşürüz...resim yapmayı deneriz...sevgiler görüşmek üzere...meryem-geçen yıl kamptan:)
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.