Barış yurdu
Nişantaşı’nda iki katlı ahşap bir evde doğmuşum ben. Selanik’ten göç etmiş dedem ve babaannem bu evi yaptırana kadar birkaç ev değiştirmişler, sonunda buraya yerleşmişler. Bahçe içinde tek ya da iki katlı evlerden oluşan sokağımızda, Afyon’dan, Kilis’ten, Isparta’dan, Kırım’dan göç etmiş çeşit çeşit insan yaşardı. Mahallece pikniklere giderdik.
İlkokulda en sevdiğim arkadaşım Sivas’lı bir Kürt kızı Zahide’ydi. O kadar iyi anlaşırdık ki onunla. Okuldan çıkar, birlikte birbirimize ders çalışmaya giderdik. Çok yakın otururduk, Zahide birkaç adım ötemizdeki apartmanda yaşardı, babası apartman görevlisiydi. Onlara gittiğimde, ailesiyle aralarında anlamadığım bir dilde konuştuklarını canlı bir şekilde hatırlıyorum.
Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi dense yeridir. Zahide, apartmandan ona verilen harçlıkları biriktirir, okul çıkışı bana köşedeki büfeden sosisli ya da pastaneden börek ısmarlardı. Bir keresinde yine beni davet ettiğinde itiraz etmiştim: “Ama hep sen bana ısmarlıyorsun, ben de sana ısmarlamak istiyorum” demiştim de o da bana “ noolucak canım, bu parayı bana zaten veriyorlar, birlikte harcıyoruz işte ne güzel” demişti. Birbirimizin izini yıllarca kaybettikten sonra yeniden karşılaştığımızda kardeşimi bulmuş gibi oldum.
Bizim evde hiçbir zaman kimse için “o kız şuralı, onunla konuşma, şu çocuk buralı, onunla arkadaşlık etme” gibi cümleler kurulmazdı. Kimseden korkutulmadık, ürkütülmedik. Ahşap evimiz yıkılıp apartmana dönüşürken, Almanya’da yaşayan bir akrabamızın Şişli’deki boş duran evine taşındık. Bu altı katlı, 22 daireli, neredeyse her dairesinde bambaşka dinden, inançtan insanlardan oluşan “Kozmopalas”ta yıllarca yaşadık. Apartmanın girişinde, asansörde selamlaştık o nazik madamlar ve mösyölerle. Bir başka çeşitliliğin içindeydik.
Hepsiyle aramız iyiydi, en çok bize çaya gelinirdi. Alt katımızdaki Musevi çift Madam Raşel ile eşi Mösyö Hanri, bizim için Raşel teyze ve kardeşimin deyişiyle Mösyö Hanri Beyamca’ya dönüşmüşlerdi. Yazları onların Büyükada’daki evlerinde kalırdım. Hamursuz bayramlarının gelmesini dört gözle beklerdim. O kıtırdak tada bayıldığımı bilirler, mutlaka bize de bir miktar verirlerdi. Annem çok yoğun çalışırken yardıma gelip bizim evin yerlerini süpürürdü Raşel teyzem, bazı akşamüstleri bizi evlerine çağırır, fincanda çayın yanında kek ikram ederdi. Önemli günler için hazırlık yaptığında saçlarını bana teslim eder, ben de tarar, fön çeker, şekil verirdim pamuksu beyazlamış saçlarına, saçlarımda onun saçlarını o kadar çok sevmemin de izi vardır kuşkusuz. Yaz gecelerinde terasımızda ut, def ve darbuka eşliğinde ne yemekler yer, ne fasıllar yapardık birlikte.
Sonradan, ikinci kata yaşlı, çocuksuz bir çift taşındı. Ermeni Oskiyan amca ve eşi Rum Madlen teyze. Annemlerin onu çağırdığı haliyle Madam Madlen bir başka melekti hayatımızda. Tanıdıklarının ona verdiği şeyleri çevresindeki insanlara dağıtır, üzerindeki bir kolyeyi es kaza beğenmişsek oracıkta hediye ediverir, ördüğü motife iltifat etsek, herkesin ona ulaştırdığı artık yünlerden ördüğü bin motifli meşhur battaniyesinden hemen bize de örmeye başlardı. Esprili, her durumda yardımımıza koşan, her daim güler yüzlü bir teyzemizdi. Mösyö Oskiyan da mahallenin kedi-köpeklerini beslerdi. Evlerinden o kadar çok anım var ki, kokusu hâlâ burnumda.
Anneannem Erzincan’lıymış. Çiçek hastalığı sırasında yüksek ateşten dolayı kulağı duymamaya başlayınca sonradan dili de tutulmuş. Hikâyesini, onu büyüten aileden dinlediğimiz kadarıyla biliyoruz. Üvey anne baskısından kaçıp sığındığı kimsesizler yurdundan meşhur Erzincan depremi sonrası evlatlık olarak verildiği aileyle birlikte İstanbul’a gelmiş ve sonra anneannemi yine bir sağır- dilsiz olan dedemle evlendirmişler.
Boşnak olan Süleyman dedem de konuşan bir çocuk olarak doğmuş, Sırplar ailesini gözlerinin önünde katlettikleri için dili tutulmuş. Annem üç yaşındayken kaybetmiş babasını. Anneanne ve dedemin ne köyleri ne de kökenleriyle ilgili hiçbir bilgim yok. Onların ataları nerelerdenmiş acaba?
Hikâyemizi bilen bir arkadaşım kalın kaşlarıma bakıp “senin anneannende kesin ya bir Kürtlük ya da Ermenilik var” demişti bir keresinde. Bilmiyorum ki, inşallah öyledir. Selanikliler için dönme olduklarından söz edilir ya, belki de o da vardır, keşke Yahudi kanı da karışmış olsa. Atalarımdan gelen genlerimin hepsini onurlandırır, hepsiyle gurur duyarım.
Ben kimim, nereliyim şimdi?
Boşnak mı, Kürt mü, Ermeni mi, Yahudi mi, Erzincanlı mı, İstanbullu mu, 22 yıl buralarda yaşadıktan sonra Antalyalı mı? Türkiyeli miyim ben?
Uzaylı mıyım yoksa?
Hiç biriyim ve aynı anda hepsiyim.
Damarlarımdaki kan gökkuşağı akıyor. Tüm renklerimi seviyorum.
Ve etrafımdaki her bir canı da, kardeşim bilip kendimi dünya vatandaşı ilan edeli çok oluyor.
Yeni ayla birlikte yine barış ve sevgi duaları edildi, güzel dilekler evrene yayıldı. Hepimizin kalbinde büyüttüğü dünyada barış ve kardeşlik hüküm sürüyor çoktandır, gerçeğini yaşayacağımız günler de yakındır.
Eğer barışın olabileceğine inanırsak olur, eğer olabilirliğine zihnimizde alan açarsak, her birimiz barışın kendisi olursak.
Barış yurduna vardığımızda, hoş gelenin de hoş bulanın da kendimiz olacağı gerçeğine bir an önce uyanmamız dilekleriyle...
YORUMLAR