İstanbul tatili
Şehir deyince ilk aklıma gelen yer, doğduğum yer, anılarımın, ailemin, sevdiklerimin olduğu yer, İstanbul. Hey gidi koca şehir!
Geleli üç gün oluyor. Kardeşim, yeğenlerim ve annemin hasreti en yoğun, onlarla biraz daha bir arada olayım, yavaş yavaş insan içine karışırım artık.
Bir yılda ne çok şey birikiyor… Arada geçen zamanda ne olup bittiği kısaca özetlendikten sonra dört ayaklı, kanatlı dostlarımızın videoları izlendi, yeni örgü yünlerini tanıdık, dün kardeşimle yeni bir tarif deneyip çıtır galeta bile yaptık.
Günlerdir İstanbul'a gitme hayali kurarken işte şimdi buradayım. Sayılı gün niye çabuk geçer demiş eskiler, anlıyorum, beklediğim şey için yavaşlıyor zaman, ulaştığımda da hızlanıyor.
Akşamdan niyet ediyorum, dua ediyorum, sabah uyandığımda ilk gelen hisle ilgili yazayım diye, bu sabah da kelimesi kelimesine böyle geldi, yetersizlik hissi. İlk aklıma gelen, başka türlü bir yetersizlik, sevdiklerimle ne kadar zaman geçirirsem geçireyim yetmemesi hissi. Du bakalım, yazdıkça neler çıkacak?
Hiçbir şey yapmadan oturmayı özlemişim. Rahmetli babam "eli dursa, ağzı durmaz, ağzı dursa, eli durmaz" gibi benzetmeler kullanırdı yerinde duramayan insanlar için. Ben de annemin, kardeşimin yanına gelince "tatilde" modundaymış gibi, istediğim şeyle sonsuz zaman ilgilenebilirmişim hissine kapılıyorum.
Kardeşimle hele, kaptırdık mı zamanı, unutuyoruz. O da bir akrep olduğu için birbirimizi çok iyi anlıyoruz, eski bir pantolonun paçalarını kestik, kapri boyuna getirdik, ip çekerek paçalarını saçaklandırdık. Ne eğlence bi taraftan… En sevdiğim şeyler bunlar, dönüştürmeye bayılıyorum. Yaz sonu Tuba ve Atshi ortak çalışmaları olan küçük bir keseyi bana hediye etmişlerdi, beyaz kumaş üzerine Atshi "AŞK" yazmış, Tuba da kumaşı dikerek keseye dönüştürmüş. Cep telefonu için çanta dikip ona monte etme hayaliyle gökkuşağı askı dokumuştum. Baktım, boyutlar tam telefonuma göre, kuşağı ekleyip ağzına bir de çıtçıt dikerek telefon çantasına çevirmiştim keseyi, ellerim dolu olsa da rahatça müzik dinleyip sevdiklerimle sohbet edebiliyordum böylece.
Beyaz çabuk kirleniyor haliyle, ne kadar dikkat etsem de bu böyle. Kestiğimiz pantolon paçaları hemen ilham oldu, yeni bir kese yapmak için yeterli kumaş var, ölçü alıp kestim, diktim, bir de kulaklık cebi ekledim, şimdi o "AŞK" yazısını ekleyip sapını takması kaldı. Ne yardan ne serden geçiyoruz, eskiyeni öyle kolayca gözden çıkarmıyoruz, eski aşka yeni çehre olsun o zaman!
Yıllar önce kitap düzelttiğim bir zaman, bir cümleye dakikalarca takılıp "acaba böyle daha mı iyi" diye kafa patlatırken sonsuz bir döngünün içine girdiğimi fark etmemişim. Seda sonunda dayanamadı, "Bir yerde durman lazım artık, bi seçim yapmalısın, karar vermelisin ve bi daha da sorgulamamalısın kararını" dedi, durumuma o zaman aydım. Yeterince iyi; olduğu, olabildiği kadar iyi. Daha iyisi olsun diye beklemenin sonu yok.
Eskiden siyah-beyazdım, ya iyisi olsun ya da hiç olmasın, tüm evin camları aynı gün silinsin ya da hiç girişilmesin. "Olduğu kadar, çok da şeetmiyceksin" kafalarına sonradan gelmiş olsam da içimdeki mükemmeliyet kırıntılarını yakalıyorum bazen, herkesi mutlu etmeye, güldürmeye, suskun biri varsa mesela konuşturmaya çalışma hallerimi hemen fark ediyorum. Her şeyi kendi haline bırakma ile müdahale etmenin ince sınırında gezinmek bu. Kendime hâlâ hatırlatıyorum: "Herkesi memnun edemezsin Ayşe!"
Yetersizlik hissimin köklerini eskilerde aradığımda birkaç ipucu buluyorum, şükür. Okul hayatımda "başarılı" sayılan bir çocuk olarak büyüyüp üniversiteye başlayınca bi afalladığımı hatırlıyorum. Normal bir liseden mezun olup kolej mezunlarının arasına girince bi tuhaf hissetmiştim. Lisedeyken en sevdiğim ders olan matematikte bocalamak, neredeyse çuvallamak ağırıma gitmişti, hele de dersi hızlıca kapıp detaylarda hocayla sohbete girenleri gördükçe iyice içime çökmüştüm, kendimi zeki sanırken algım şaşmıştı. Sanırım ilk travmam bu.
İkincisini de aşık olduğum delikanlının başkalarına da mavi boncuk dağıtıp çapkınlık yaptığını fark ettiğimde yaşamış olmalıyım. "Başkalarını bana tercih ettiğine göre yeterince sevilmiyorum, belki yeterince becerikli değilim." Kendimi güzel zannederken bilinçaltından yeterince güzel bulmamalarım ve her işi başarmak üzere el atmalarım o zamandan olsa gerek.
Kim bilir, daha neler var?
Artık bunları kendimde keşfettiğime göre tamam olsun bunlar da, yeter olsun. Gençlikteki yaralar orta yaşta sarılsın artık.
Yetti gari!
Ohh be ne güzel lafmış! Sık sık hatırlatayım kendime.
Yetsin artık kendim kendime, her şey bana, ben herkese. Mükemmel diye bişey yok, mükemmel diye bişey yok, mük mük mük, mik mik mik...
Kucaklaşmaya, ruhumu beslemeye ve dinlenmeye geldim, hoş geldim, böyle geldim canlar. Onu da göremedim, zaman yetmedi, keşke onu da görebilseydimlere kapılmadan, buradan fikrimi bildireyim:
Bu pazar adalara gidelim mi?
YORUMLAR