Çoklu aşk…
Çok hareketli bir topluluğumuz var, herkesin aynı anda aynı yerde yaşaması gerekmiyor, sabit yaşayanlar, gelip gidenler, gidip yine gelenlerle beraber kocaman bir yürek haline gelişimizi görüyorum baktığım yerden. flora ahalisi diyor Sümeyra bize, çok sevdim ben de. Birbirimizi uzaktan da olsa hissedebiliyoruz.
Çoklu şifa imiş topluluk, ben ona, o sana, sen bana, sen hepimize şifa durumları. Düğümlerimizin tek tek açılışını, tıkanıklıkların çözülüşünü izliyorum, o tıkanıklıkları açmakta, uzanan şefkatli kolların ve kullanılan sözcüklerin özenle seçilişinin tanığıyım. Birbirimize alan açışımıza, o alanı yürekle tutuşumuza, anlaşmak için konuşmanın dışında yollar kullanıyor ve konuşmadan da anlaşabiliyor oluşumuza paha biçilemez.
Parçalar yerine oturuyor, tıkırt diye kenetleniyoruz, organizma haline geliyoruz, herkesin şifası ayrı değerli, uzmanlık alanı farklı.
Yumak oluyoruz aşkla, her fırsatta oyunlar oynuyoruz. Eğlenerek öğrenmek en kısa yol, kendimizle gırgır geçen parodiler, birbirimizi taklitlerle geçiyor günler. Yaşsız bilgelerin arasında hissediyorum kendimi, her birinden ayrı öğrenip rehberlik alıyorum, hayatımdaki kocaman yürekli canlara, şimdi ve burada üzerime yağdırdıkları sevgiye şükürler olsun, kalbim her geçen gün büyüyor.
Kalabalık bende aşk hali yaratıyor, akşam olup da yattığım yerden yaşananlara baktığımda bir tek güne ne çok hareketi ve olayı sığdırdığımıza şaşıyorum. Ne çok iş yapıyoruz, ne çok eğleniyoruz. Cennet hissi birbirimizi gözeterek yaşanan her anın içinde, bir yerden kiraz yıkayıp getiriyorlar, sonra birisi çay koyuyor, gelen birisi Selahattin sever diye kurabiye, başka birisi Ayşe sever diye simit getiriyor, gelecek olan herkes gelmeden soruyor: “Bişey lazım mı?”
Bahçenin her yerinde şifa küreleri oluşuyor, zamandan ve mekandan bağımsız halde kendimizi buluverdiğimiz kesişme anlarında açılan sohbet konuları kısmetlileriyle paylaşılıyor, çoklu aşk, çoklu hayat, hepimiz her an başka biri, birbirimizin annesi, dedesi, dayısı, kardeşi, sevgilisi olabiliyoruz.
Sırtı, beli ağrıyana masaj yapılıyor, saç kesiliyor, birlikte uzanıp sarılıyoruz birbirimize. Saçlarımı seviyor birisi, ben birilerinin başını okşuyorum, müzik çalıyor bi yerlerde, birlikte ağlıyoruz bazen, bazen de ağlayana bir kucak oluyoruz, ihtiyaçlarımızı ve yaralarımızı korkusuzca gösterişimize de şükürler olsun.
Hayat her zaman güllük gülistanlık değil her birimiz için. Ara sıra arıza, huysuz, telaşlı, kimi zaman patavatsız olabiliyorum. Allah’tan, kendimi yakalıyorum da kendi taklidimi yapıyorum, üzerine bolca gülüyoruz.
Bir çocuğun öğrendiği gibi, deneye yanıla öğreniyoruz hayatı. Sorun ya da tıkanıklık yaşayabiliriz, her durumdan öğrendiğimizin farkındalığıyla yaşayıp birbirimizi derinden hissettiğimizde, “insanlık halleri” dediğimiz durumları ve hisleri hepimizin yaşıyor olabileceğine kanaat getirdiğimizde, “insan” ortak paydasında buluştuğumuzda, her düğümü şefkatle çözdüğümüzde cennet işte. Nasıl büyücülersek, sorunu şifaya dönüştürüyoruz, tahammül sınırlarımızı genişletip, kalbimizi büyütüyoruz.
Rüyalarımızı anlatıyoruz birbirimize. Yıllar öncesinde Cumhuriyet gazetesinin Bilim ve Teknik dergisinde okumuştum diye hatırlıyorum, eskiden, insanlığın kabile hayatı yaşadığı zamanlarda ruhsal sorunlar pek görülmezmiş. Zamanın ruhu, hayatları değiştirmeden önce bu kabilelerde insanlar uyandıklarında rüyalarını paylaşır, rüyalarından rehberlik alırlarmış. Google’da baktım, Malezya’da Sanoi kabilesinden söz ediliyor bu konuyla ilgili, daha detaylı bilgi edinmeli.
Fantastik rüyalar çıkıyor bu aralar, Sümeyra da yatarken öyle söylüyor: Fantastik rüyalar hepinize!
Uyumlanma süreci devam ediyor ve hayatımıza düzenli çember pratiği de giriyor yavaş yavaş, birbirimizi daha iyi anlamamız ve hissetmemiz için. Sırada flora’nın ziyaretçileri ve ahalisi için hayatı kolaylaştırıcı bilgiler, yönergeler var.
Çemberin şifası üzerimize olsun, flora kendini bu çemberlerde yeniden doğuracak.
YORUMLAR