Sezgiler…

İnsan ne acayip bi varoluş! Beden ne tuhaf bi frekans algılayıcısı! Hayran olmamak mümkün değil. Ah bi de jetonlar sonradan düşmese…


Çıralı’da yaşarken bir gün misafirlerimizi gezdirmeye karar verip hazırlanmaya başlamıştık, yola çıkmadan tuvalete gireyim bi dedim, tuvalette birden içime bi sıkıntı düştü, “kaza falan olmasın, aman Allah korusun” diye dua ettim hemen. Sonra arabaya bindik dört kişi, yola çıktık ve Çıralı’dan anayola giden yokuşları tırmanırkenki keskin virajlardan birinde, karşımızdan hızla gelen kamyonu görüp bir anda burnumuzun dibinde bitiverdiğini fark etmemiz bir oldu veee… Koca kamyon sol tarafımızdan bizi yakaladığı gibi geri geri sürükledi, iki kayanın arasına yerleşip durabildik. O anları yaşarken zaman uzadı ve kare kare yavaşladı sanki ve bende jeton düştü. “Haaa, buymuuuş!” Sezmişim kazayı. Sonradan konuşunca anladık, Selahattin’e hem kaza hem de kamyon hissi gelmiş, meğer hiç yola çıkmak istememiş o gün, misafirler gezmeyi çok isteyince kıramamış, kamyonu görünce o da anlamış neden böyle hissettiğini, vitesi boşa almış ve kamyon bizi sürüklemeye başlayınca da arabamız iki kayanın arasına girivermiş mucizevi bi şekilde. Akşam yemeğinde hiçbirimize bi şey olmadığına şükrettik tabii.


Yerleşmek için yer aranırken içime sıkıntı basarmış, karnıma düğümler atılır gibi olurmuş da çok anlamazmışım, ne zaman ki bu mekanı bulunca o hislerin olmadığını fark ettim, o zaman anladım sezgi denen şeyin nasıl bişey olduğunu. O iç sıkıntıları boş değil, tabii fark edersek.


Bazen de insanlarla ilgili oluyordu böyle haller, ama hâlâ –çoğunlukla- sonradan düşüyordu jeton, dile bile gelmiyordu, sonradan bakıyordum ki bi arıza çıkıyor, bi atarlanmalar oluyor, o zaman anlıyordum içimde ferah olmayan bişeyler dönmüş olduğunu, konduramıyordum herhalde, bişey olmaz mı diyordum ne yapıyordum, ilişki devam ediyordu öyle ya da böyle, sonra birden tuhaf şeyler oluyordu, ancak o zaman fark ediyordum sezgilerimin doğru çıktığını. Önceden su yüzüne çıksa da ona göre tavır alayım desem öyle olmuyordu işte süreç, kelimelere bile dökülmeden içimde uyuyordu bu hisler.


Yürüne yürüne patika oluşuyor, bir sonrakinde yol daha kolay bulunuyor ve geçiş daha kolay oluyor ya, şimdilerde arıza çıkma potansiyelini daha iyi anlıyorum; aşırı tepkisizliğinden ya da olur olmaz her şeye standart ihi ihi gülüşünden gerçek duygularını ifade edemediğini hissediyorum; kaşını kaldırışından, suratının ifadesinden, olayları ya da kişileri yorumlama biçiminden hayata bakışının negatif eğilimler içerdiğini seziyorum. Ama gönül uslanır mı bilmem. “Alınacak dersler var, sorulacak sorular, bu da geçer gülüm benden bu kadar” diyen şarkı çağrıştırıyor kendini yazarken, sonuçta her durumda kendime bakma sorumluluğum var.


Yaşarken daha neler göreceğiz bakalım, kendi kitabımı okumak, hayat kitabını okumak…Okumak da yetmiyor ya, uygulamadıktan sonra ne anlamı var. Lisedeki matematik hocamız çok sevdiğimiz tarzıyla “matematik okumakla olunmaz” der, soru çözmenin önemini vurgulardı. Öğrenmenin sonu yok, soru çöz, sorun çöz, o zaman asıl öğrenme ve dahası idrak.


Geçen hafta yaşadığımız olay üzerine sezgilerimizden konuştuk Sümeyra ile, “gelecek hafta sezgiler üzerine yaz” dedi, “tamam” demiştim, o konuştuklarımızdan ilhamla yazıyorum.


Allah idrakımızı artırsın, her yazdığım önce kendime.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.