Kına gecesinin kınası olmak

Size, neye inanmanız gerektiğini söyleyemem.

Ama iç rahatlığıyla söyleyebilirim ki yaşama borcunuz var.


Nasıl oluyor da bankalardan 10 veya 20 sene geri ödemeli (belki daha da uzun) ev kredileri alıp onca zaman borçlu yaşamayı göze alıyoruz da, sayesinde şu dünyada nefes aldığımız içimizdeki o canlı güce borçlu hissetmiyoruz kendimizi?


Belki biliyorsunuz, Avustralya’da yaşıyorum. Burada 1970’lere kadar, yaklaşık 60 yıl boyunca uygulanan devlet politikasıyla yerli bebekler ve çocuklar ailelerinden zorla alınarak beyaz ailelerin yanına verilmişler. Bu kuşağa çalınmış kuşak deniliyor. Acı, hem de çok acı bir dönem. Düşünsenize size sormadan birileri gelip küçük çocuklarınızı sizden alıyor ve onları bir daha görmeniz mümkün olmuyor. Yatılı okullara veya beyaz ailelerin yanına verilen çocukların uğradığı kötü muameleler ayrı bir yara. Yaşananları okumaya, buna maruz kalanların anılarını dinlemeye kalbim dayanmıyor.


Keza Anadolu toprakları kederi daha da az olmayan binlerce hikayeyle dolu.


Anadolu’nun bazı yörelerinde kına gecesinde gelin ağlatılır. Sebepleri çeşitli olmakla birlikte bir tanesinde denir ki baba evinden giden kız üzgündür. Gelin, sonrasında evliliğine gülerek devam etsin diye kına yakılarak önce ağlatılır. Kına bir adaktır. Düğün öncesi adak adanır, gelin ağlatılır çünkü sonrasında bunun mutluluk getireceğine inanılır.



İnsanlık olarak bir kına gecesine ihtiyacımız var. Farkında olmadığımız, farkında olup kafamızı çevirdiğimiz, duymamazlıktan görmemezlikten geldiğimiz, kaçınmak için normalleştirdiğimiz tüm kişisel ve dünya yaslarımız için bir kına gecesine ihtiyacımız var.


Ey güzel insanlar, sizin adağınız ne?


Hayattan hep istemek, hep almak, hep dilemek, yetmedi bankalardan borç almak, yetmedi yaşadığımız dünya düzenini normal kabul etmek onun yerine yaşamın en normal döngüsü olan ölümden kaçınmak. O da yetmedi bunlara kafamızı çevirdiğimiz için durduk yere gelen iç sıkıntılarını başka sebeplere bağlamak.


İçin sıkılır elbet.


Senin adağın ne cancağzım?


Adak adamayı, istek listene bir madde daha eklemek diye anlama. Dünyanın yasına karşı kişisel çabalarınla belki, şanslıysan, sadece ufacık bir şey yapabileceğini bilmek ama buna rağmen onunla kalabilme kapasitesini genişletebilmektir adak.


Adak, marifeti sana bağlı bir eylemdir.


Çünkü, adak sensin. Senin adanmışlık halindeki varlığındır adak. Yaşama karşı. Nefes aldığın için borçlu olduğunu bilmek ve sadece bu yüzden bile dünyanın tüm acılarını görmeye ve ne kadar canını acıtırsa acıtsın hızlıca gelip geçen günlerinde onlarla olabilmeye alan açmaktır adak.


Yaslı olanlar bana hep sorarlar; bir sene oldu hala çok üzgünüm, altı ay geçti kalbim hala acıyor. Bırak acısın. Onun işi bu, gitmeden ağlamak isteyen bir gelin o. Senin ona kına yakmanı bekliyor. Demek ki kına hala tam yanmadı, hala o elleri tam kızartmadı.


Adak, sensin. Bu adağı, varlığınla, kalbinle, zamanınla ödersin.


En küçük yasınızdan en büyük yasınıza ve dünyanın yaslarına kadar, onu bir gelin gibi süsleyip karşınıza oturtmadıkça, ellerine kınasını yakmadıkça, ona kendinizi adamadıkça o gelin ve acıklı türküleri bir yere gitmez.


Yüksek yüksek tepelere, farkında olmadan içinizde tınlamaya devam eder.


Bugün olduğu, yarın da olacağı gibi…


Yüksek yüksek tepelere bize sormadan ev yapmışlar ve bize de buna ağlamak, gözyaşlarımızda hüznümüzü, şükranımızı ve neşemizi bir arada tutmak düşer.


Kendimizle kına gecesi, gelecek günlerimizde kalbimizden süzülecek içten gülüşlerin anahtarıdır.


Yazının İngilizce versiyonu olan "Becoming the henna of a Henna Night"ı okumak için tıklayın!



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.