Gözlerimizi kaybettiğimizden

Çok sevdiğim uzunca bir masal var*. Bundan yaklaşık iki sene önce bu masal ve açılımları ile ilgili bir seri yazı yazmıştım. O serinin bir kısmı şu geçtiğimiz dönemle o kadar ilgili ki tekrar yorumlamak istedim.


Bir şamanın yönlendirmesiyle ormanda yedi sene boyunca derin dinleme yapan bir erkek çocuk, yedi sene sonra uzaklardan gelen bir ses duymaya başlar, bir kadın sesi. Kadın “Ben senin karınım, geliyorum” diye seslenmektedir. Birkaç gün bu sesi duymaya devam eder. Sonra nehirde bir kano görür, içinde o kadın ve hepsi birbirinden güzel altı kız kardeşi daha vardır. Ama bir de bakar ki kanonun arkasında şirret bir kayınvalide (kızların annesi) kanoyu sürmektedir. Kayınvalide masal devam ettikçe genç şamanın başına pek çok iş açar (buraları hızlı geçiyorum) ama güçlü, iyi dinleyici ve cesur şamanın şansı yaver gider ta ki bir ormanın içinden geçmesi gerekene kadar. İşte o zaman beğendiği kadın genç şamanı uyarır ve der ki : ‘’ Ormanda yoluna devam ederken uzun ama upuzun bir yapının içinden geçeceksin. Dikkatini çekmek için sağdan soldan sesler gelecek, ama seni uyarıyorum: SAKIN bu seslere bakma. SAKIN SAKIN SAKIN ‘’


Genç delikanlı kızın söylediklerini cebine alıp yürür ve yolun bir yerinde kadının uyardığı yere gelir. İçinden geçmesi gereken uzun bir koridora benzeyen bir yapı. Yürümeye başlar. Sağdan soldan sesler onu çağırmaktadır ama hiçbirine bakmaz, ta ki çok ama çok güzel bir kadın sesi duyana kadar. Nihayetinde o güzel sesin sahibini görme isteğine karşı koyamaz, ancak bakışlarını o yöne çevirdiği anda gözlerini kaybeder. Artık gözleri yoktur.


Gözleri olmadan yoluna devam eder, ama hayatı eskisi gibi değildir. Hiçbir şey göremez, vizyonu yoktur.


Masal çok katmanlı ama bu kısmındaki mesajı bize sorar; gençliğimizin bize verdiği enerjiyle yaşamda bir süre şansımız iyi gidebilir, ama sonra, o hayat yolunda, nelere takılıp gözlerimizi yitiririz?


Yapmamamız gerektiğini içten içe bildiğimiz ama yaptığımız neler bize ruhumuzun parçalarını kaybettirir. Gözler ruhun aynasıdır ya. Masal, bunu söyler…


Yas üzerinde çok kıymetli kitapları ve konuşmaları olan Francis Weller, yaşadığımız bu kültürel çağı "Unutma ve Uyuşturma Dönemi’’ olarak şöyle tanımlar: Kim olduğumuzu, doğum haklarımızı unutma ve bu unutma & uyku halinde kalabilmek için kendimizi türlü yollarla uyuşturma.


Peki bu unutma ve uyuşturma hali nasıl gerçekleşiyor? Bir bedenin ve ailenin içine doğuyorum. O aile bir topluluğun parçası ve o topluluk daha büyük bir topluluğun parçası ve bu büyük toplulukta kozmosun bir parçası. İçine doğduğumuz bu topluluk kozmosla bağımızı ve ona karşı sorumluluklarımızı bize öğretme görevine sahip. Çünkü ancak böylelikle dünyanın ve daha büyük bütünün bir parçası olduğumuzu bilerek büyümemiz ve yaşamamız mümkün.


Öyle mi peki?


Elbette değil. İşte o yüzden çoğumuz farkında olmadan bir boşluk ve yas halinde yaşıyoruz. Yasta olduğumuzun farkında mıyız arkadaşlar, yasımızı görüyor muyuz?


Ben yastayım; yeryüzüyle hürmetli bir ilişki kurma konusundaki anlayış ve beceri eksikliklerime, topluluğum olmamasına, topluluğum tarafından desteklenerek büyütülmemiş olmanın sonuçlarına, kendi kendime yetme çabalarıma, evrendeki yerimi sezilerimi kullanarak bulmaya çalışmanın verdiği yalnızlığa & yorgunluğa ve bütün bunların sonucunda dünyanın haline.


Sevgili Filiz Telek’in çevirisiyle Stephen Jenkinson der ki:


‘’Modern insanlar en çok kültürel iflastan dolayı acı çekiyor. Atalar ve derin aile hikâyelerinin unutulması, hayalet ve sahte erginlenme törenleri, birbirimizle, dünyayla ya da ölülerimizle ya da geçmişimizle nasıl yaşayacağımıza dair hiçbir yönergenin olmayışı. Amansız bir ‘kendi kendine yeterlilik’ ve ‘kişisel gelişim’ uğraşının kökeni, bizi bağlayan ve birleştiren ortak hikayelerle, atalarımızla ve atalarımızın topraklarıyla bağlantımızı kaybetmemiş olmamızdır. İçinde yaşadığımız zamanlar artık kendi acımızda, dünyanın acısını tanımamızı talep ediyor.’’


Bu iflas halini görmeden ve yasımızı kabullenmeden yaşadığımız için hayattaki en ince sızılarımız aslında “yaşayamamakla” ilgili. Çünkü bu çağda doğduk ve etraftaki seslere takıldık, gözlerimizi kaybettik. Vizyonumuzu ve evrendeki yerimizi görme yetimizi kaybettik.



İşte ölümü ve yası buradan bakarak anlamlandırmaya başlayabiliriz. Çünkü ölüm ve yas öyle gizemli ve zorlayıcı olaylardır ki hayata farklı bakmamız hatta yoksunluklarımızı fark etmemiz için bizi mecbur bırakırlar. Ölüm yaşamı besler, her yedi senede bir ölüp yenilenen hücrelerimiz veya yediğimiz yemeği sindirip bir nevi öldürüp işe yaramayacak kısmını dışarı atmamız gibi. Aynı şekilde yasta bizi daha önce hiç bulunmadığımız diyarlara fırlatır, kendimizi kaybettirir ve bir gün esas doğamızla buluşmamız için kederli yollardan geçirtir.


Aslında gözlerimizi kaybettiğimizden bunları konuşuyoruz.

Daha çok yaşamadan, daha çok hislerimizin farkında olmadan, daha çok kırılgan olmadan, yaşamla daha çok bağlantı kurmadan, daha çok doğayla konuşmadan, saygı duymadan, daha çok evrenin parçası olduğumuzu- bağımızı hatırlamadan, daha çok sevmeden, daha çok dinlemeden..... gözlerimizi geri alamayız.


Filiz Telek’in Kadınlar Şifadır kitabında çok sevdiğim bir yer var:

‘Eskiden, kaybolan gelenekler, pratikler ve bilgelikler konusunda çaresizlik hissederdim. Ama şimdi farklı bir olasılığın mümkün olduğunu biliyorum:

…….. Günün birinde nihayet başımızı beyaz ışıklı ekranlardan kaldırdığımızda, içinde yaşadığımız zamanların dertleri ve fakirliğiyle yakından tanış olur kalbimizin kırılmasına izin verirsek, belki o zaman eskiler, bilgeler, sabırlılar, şefkatliler tarafından hatırlanmaya ve sahip çıkılmaya yerimiz ve rızamız olacak. Umalım ki bulunup kucaklanmak için çok geç kalmış olmayalım’’


Bir de masalın bir yerinde kendi gözleri olmayan genç adam, hayvanların gözlerini kullanmaya başlar. Burada anlatılmaya çalışılan şudur ki, görmekte zorlandığımızda yardım sorabiliriz, vizyon ödünç alabiliriz. Francis Weller, Stephen Jenkinson, Filiz Telek, masallar, şiirler, çemberler, hepsi birer göz bize.


Duam o dur ki yaslarımızla ilişki kurabilen hallerimiz birbirimizin gözleri olsun. Âmin.


*Bu masalı Martin Shaw anlatıyor. Adı "Listener" İngilizce takip edebilenleriniz için, 4 bölümlük bir dizi halinde YouTube’da var.


Yazının İngilizcesi: Since we have lost eyes



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.