Yargılayan hallerimiz

Hayatın içinde andan ana değişen algılarım, düşüncelerim ve duygularımla var olmaya çalışıyorum her birimiz gibi kendi biricikliğimde. Dışarıdaki dünyada olan ve içsel dünyama ulaşan uyaranlara verdiğim tepkiler çoğu zaman benzer ve aynı zamanda birbirinin tıpatıp aynı değil. Çocukluk yaşlarımdan itibaren farklı uyaranlara verdiğim tepkilerle ilgili olarak değişik ifadelerle karşılaştım, her birimiz gibi.


Biraz soyut mu oldu bu giriş?


Daha anlaşılır olması için somut bir örnek üzerinden anlatmayı deneyeyim.


8 yaşlarında bir çocukken öğretmenimin bana doğru yönelen “kaşları birbirine yakın” bakışından etkilenmiştim. Algı alanıma giren bu bakışla zihnim hızlıca “eyvah bana kızıyor” düşüncesine gitmişti. Bu düşünceyle beraber içimde beliren korku duygusuyla ne yapacağımı bilemeyip ağladımda, “hassas-alıngan çocuk” ifadesiyle tariflendim.


Başka bir zaman aynı öğretmenimin benzer bir bakışı algı alanımda aynı etkiyi yaratmadığı için, düşüncem “acaba bana kızıyor mu?” merakında kaldı ve kendimi tedirgin hissettim. Bana kızıp kızmamasından bağımsız “hassas-alıngan çocuk” olarak etiketlenmemek için merakımı ve tedirginliğimi bastırdım. Bu defa karşılaştığım etiket “vurdumduymaz” oldu. Sana kızgın kızgın bakıyorum ve sen buna tepki göstermiyorsun manasında bir etiket.


Size de tuhaf geliyor mu? Bir an bir davranışımla hassas ve alıngan olup, başka bir an vurdumduymaz olmuştum. Hayatımda hala deneyimlediğim bir durum bu. Birileri beni çok “çabuk ağlayan/sulu gözlü” olarak bilirken, birileri “katı/kolay kolay ağlamayan” olarak değerlendiriyor.


Biraz düşünmek ister misin burada yavaşlayıp? Sen hayatın içindeki hangi davranışların sonucunda ne gibi ifadelerle yargılandın? Bu duyduğun yargılar davranışların üzerinde ne gibi etkiler yarattı? İçinden geldiği gibi davranmaya devam edebildin mi? Yoksa yargılanmaktan korkup kendinden mi vazgeçtin?


Sahi, yargılanma korkusunu bilmeyen var mı aramızda?


"Kendim gibi davranırsam, içimden geleni ortaya koyarsam sevilmem" diye tedirgin olanlar burada mı?


Belki bazılarınız "yargılarsa yargılasın, umurumda olmaz" diyordur.


Cevabın ne olursa olsun bana göre çok kıymetli. Neden kıymetli olduğuna geçmeden evvel yargı-etiket dediğimiz bu ifade biçimlerine Şiddetsiz İletişim'in nasıl yaklaştığından bahsetmek istiyorum.


Marshall Rosenberg “Şiddetsiz İletişim - Bir Yaşam Dili” kitabında diğerleri ile ilgili yargı, eleştiri, teşhis ve yorumlara ahlakçı yargılar diyor ve bu tarz ifadeleri kendi ihtiyaçlarımızın ve değerlerimizin yabancılaşmış ifadeleri olarak tanımlıyor.


Ahlak yargıları dediği de; iyi veya kötü olarak nitelendirilen eylemler. Bu eylemlerden iyi olanın yapılması ve kötü olanın yapılmaması söyleniyor içinde bulunduğumuz dünya düzeninde. Bu nedenle ahlaki yargılar normatif (kural koyucu) olarak geçiyor ve tabiki ahlak yargıları öznel oluyor. Bu öznellik kısmını önemsiyorum, çünkü benim dışımda biri benim davranışımı iyi/kötü olarak değerlendirme yetkisini elinde tutuyor ve bana göre de mesele burada başlıyor.


Benim örneğime dönecek olursam; bir olayda ağlamam “kötü” olarak değerlendirilirken, bir başka olayda “ağlamamam” kötü olarak değerlendiriliyor. Ne garip bir çelişki!


Her birimiz çocuk yaşta bunun gibi onlarca ahlakçı yargıyla yoğrulduk. Zihnimiz, iyi ve kötü değerlendirmesi yapmak üzere şartlandı. Birbirimizi dinlerken, kendimizi gözlerken, bir işi tamamlarken ya da tamamlayamazken içimizden bazen yüksek sesle, bazen fısıltı ile çıktı bu yargılar, hem kendimize hem bir diğerine dair.



Halbuki; doğru dediğin ne, yanlış dediğin ne?


Ağlamak kime göre doğru? Kime göre yanlış bir eylem?


Aslında ağlamak dediğin insanın gözünden yaşların geldiği bir durum. İnsanın duygularının boşalma aracı ağlamak. Son derece insani olan bu durum bir biçimde doğru yanlış eksenine girmiş.. Hele ki bir çocuksa gözünden yaş gelen... Yanlış bunun neresinde diye sormak canlanıyor içimde.


"Yanlış yok çocuğum, içinden geliyorsa ağlamak; ağla" diyebilmek, "niye ağlıyorsun?" ya da "niye ağlamıyorsun?" demekten daha kolay ya da zor mu?


"Niye bu kadar detaylı ve uzunca yazdın ki?" diye bir ses çıktı içimden, seninde içinden geçtiyse, beni yargılamadan evvel bir dur. Çünkü bunca kelam şunun için.


Marshall Rosenberg’in şiddet dediği şey tam olarak bu: Kişiyi iç dünyasından koparan ve kendisi olma yolunda ilerlemesini engelleyen bu ve benzeri durumlara diyor şiddet diye.


Yani; gözümden akmak için bekleyen yaşları, şimdi “hassas-alıngan-ağlak” olarak yargılanırım diye akıtmıyorsam, kendimle bağlantım kopmuş olabilir. Kendime doğru bilinçli ya da bilinçsiz yönelen pasif şiddetin içinde kendimi koruyacak bir mekanizma geliştirmiş olabilirim. Bunun gibi onlarca yargı, yorum ve teşhis beni doğamdaki şefkatten koparabilir ve ben de şiddet odaklı bir insana dönüşebilirim ve ne acı ki bunu hayatta kalmak için yapıyor olabilirim. Bu gibi durumlarla karşılaşmamak için ya içe doğru/kendime ya da dışa doğru/diğerine nahoş ifadeler sarf edebilir, sebebini fark etmediğim uzlaşmazlıkların/çatışmaların içinde kendimi bulabilirim.


Dur güzel kardeşim, dur...


Doğru ve yanlış diye analiz etmeden, iyi ve kötü diye teşhis etmeden bir dur ve bir hatırla karşındakinin de bir insan olduğunu ve bir sor bakalım, ne olmuş da eleştirdiğin, teşhis ettiğin yargıladığın o durum görünür olmuş?


Yargılamadan evvel merakla yönelip anlarsak diğerini, şiddetin karanlığından barışın aydınlığına doğru yol alabiliriz.


Sevgi ve umutla...



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.