Bir hayat geçişi: Yası ağırlamak

Bir sohbet içinde, birisine "Karşılanmayan ihtiyaçlarımın ağırlığıyla ezildim" dedim. "Abartıyorsun" diye bir cevap geldi. Duyduğum cevapla, kalbimdeki soğukluğu hissetmemin arası 3 saniye. Dilim lal oldu. Sustum. O hala bir şeyler anlatıyordu. Bedenim orda, zihnim ve ruhum başka yerlerde, kendi içimde bütünlüğüm bölünmüştü. Neyse ki içimde dengeyi bulmam ve ona yönelmem çok uzun sürmedi. Yıllardır kendimle çalışırken öğrendiğim becerileri hayata geçirmek istediği içimde canlanınca, konuştuğum kişiyi anlamak için; "Abarttığımı düşündüğünü duydum" dedim. "Benim duygularımla ilişkilenme halim senin duygularınla ilişkilenme haline benzemiyor ve benim bu halim sana abartılı geliyor diye anlıyorum. Duygularınla bağlantı kurma ve onları bedeninde ağırlama halini merak ettim. Duygularını fark ediyor musun? Duygularını fark ettiğinde onlarla nasıl ilişki kuruyorsun? Hayata dair özlemlerin gerçekleşmediğinde, hayatını sürdürmek için ihtiyaç duyduğun kaynaklar ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olmadığında ne yapıyorsun?” diye sordum.


Sorduğum sorular ona yabancı gelmiş gibiydi. Yüzündeki şaşkın ifadeyi görüyor, sessizce bekliyordum. Sessizlik 1 dakikadan kısa sürdü. “Sen çok düşünüyorsun, boşver ya, öleceğiz işte. Yaşamaya bak, bunları çok düşünme.” dedi. Sustu. O susunca ben de sessizliğe izin verdim. Sessizlikte durmak bana hep çok iyi gelmiştir. İçimden ona da iyi gelmesini umdum. Ona da sessizliği paylaşmak iyi gelmiş midir, emin olmam mümkün değil. O an peşini araştırmadım.


Konuşmamızın bu kadarlık kısmı benim için bir veriydi; aynı olay karşısında farklı davranışlar sergileyen insanlar olarak çeşitliliğimizi hatırlamaya dair bir veri. Bana göre; hayattaki çatışmaların özünde bu çeşitlilik halimiz var. Ortak hayat olaylarına verdiğimiz farklı tepkileri risk olarak algılayan zihnim, farklı düşünmeye ve farklı seçimler yapmaya dair esnekliğe kavuştuğunda kabımın genişlediğini, farklılıklarımızı risk olarak görüp ayrıştırmaktan öteye geçip, merakla karşımdakine yönlendiğimi fark ediyorum. Aynı zamanda bunu sürdürebilir kılmak için sanırım ömrümün sonuna kadar bitmeyecek bir yolda olacağım. Yani bu benim de her daim yapabildiğim birşey değil. Yazılarımda “olması gereken bu” gibi bir mesaj vermekten oldukça çekinen bir yerdeyim. Yazdıklarımı; beraber düşünmek, fark ettiklerimi - deneyimlerimi paylaşmak, birlikte bir şeyler öğrenir miyiz merak ve niyetimi hatırlayarak okumanızı istiyorum.



Yazının başındaki konuya dönecek olursam, karşılanmayan ihtiyaçlarımın ağırlığıyla ezildiğim bir dönemden geçiyorum. Bu halin içinde yalnız olmadığımı biliyorum. Karşılanmayan ihtiyaçlarımın arttığı yerde bedenimde ağırladığım konforsuz duyguların bütünlüğünün yasla ilişkisi üzerine uzun zamandır çalışıyorum. Yası algılama halimizin de, yas ile kurduğumuz ilişkinin de çeşitliliğini deprem sonrasındaki dönemde yeniden deneyimliyorum. Bugüne kadar bildiklerimden ayrı bir hali yok, bugüne kadar bildiklerimden daha derin bir hali var.


Duygu ve ihtiyaç enkazının altında kaldığımı fark ettiğimde, içimdeki hayat bin parçaya ayrıldı. Depremin hayatımda doğrudan ve dolaylı etkilediği birçok konu başlığım oldu. Maddi-manevi kayıplarım, deneyimlediğim ayrılıklar oldu. Depremden etkilenen, deprem sonrası yaraları sarmak isteyenlerle gücüm oldukça temas ettiğim anlarım oldu. Depremle birlikte neşenin, keyfin, eğlencenin hayatımda izinin olmadığı bir dönem başladı. Olanın görünen haliyle içimde yarattığı etki hali farklı oluyor. Ben buna dair farkındalık geliştirmeyi kıymetli buluyorum. İçimdeki neşe, keyif ve umutla ilgili hisler canlılığını yitirdiğinde ben kimim? Bu konforsuz hisleri yok sayan, bastıran, uyuşturmak için sağlıksız seçimler yapan biri miyim? Bu seçimlerim acımı hafifletiyor mu? Daha derinlere bastırıp içimdeki buzdağının altında büyüyor mu? Hiddet olup başkalarına tepkisellik olarak mı çıkıyor? Kendime daha çok acı ve yargı yaratmaya mı hizmet ediyor? Diğerini yargılamak, eleştirmek ve hatta "doğrusu budur" gibi bir düzeltme haline mi geçiyorum? Acının içindeki ben neye benziyorum? Acının içindeki ben, hangi ebeveynimden gördüklerimi tekrarlıyorum? Çocukluğumdaki gibi, 'canım yanmadı ki' oyununu mu sürdürüyorum? Yoksa tüm bunlardan sıyrılıp, acımda kalabiliyor muyum? Canım yanıyor, yüreğim kanıyor, nefesim daralıyor diyebiliyor muyum? 'Öpeyim geçsinler'le kendimi mi teselli ediyorum? Öpseler geçer diye beklentiye mi giriyorum? Acının içindeki yalnızlığın bende yarattığı değişimleri hangi mesafeden gözlemleyip fark ediyorum ve acının beni dönüştürmesine ne kadar izin veriyorum? Dönüşen yeni halimin yeniden çiçeklenmesi için zamana ihtiyacımın olduğunu ve olacağını ne kadar hatırlayabiliyorum?


Tüm bunlar benim için kıymetli sorular. İçinden geçtiğimiz kollektif yasta ve depremin etkisiyle hayatımı etkileyen ve bireysel yaslarımın açığa çıkmasına sebep olan olaylara dair içsel farkındalıklarımı destekleyen sorular. Dilerim, sizde bu soruların rehberliğinde kendi farkındalık yolculuğunuzda ilerlersiniz.


Bu sorulara verdiğim, dürüst ve net cevaplarım benim kendimle bağlantımı desteklerken yasımı ağırlamama da imkan yarattı.


Ve elbette geçiyor hayat.


Kimi zaman yorgunlukla,


Kimi zaman umutsuzlukla,


Kimi zaman çaresizlikle,


Çoğu zaman yalnızlık hissiyle.


Mesele; kırılgan kalbin incindiğinde sen bu incinmişlik halinle ne yapıyorsun?


Başına gelen hayat olayında, hayatın yeni bir forma dönüşümünde, bu hayat geçişinde yasını ne kadar fark ediyor, nasıl ağırlıyorsun?


Farkındalıklarına vesile olması niyetiyle...



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Çok güzel.. İçimi okudum sanki..
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.