Sev, güven, canlan
İnsan karmaşık bir sistem.
Fizyolojik olarak bir makine gibi çalışıyor olsa da, herkesin organlarının yeri, şekli, adedi aynı diye biliyor olsak da çok az sayıda insanda görülen ve atipik denen durumlar var. Mesela tek böbrekle doğanlar, rahmi doğuştan ters olanlar var. Her organın genel işlevi aynı olsa da çalışma prensiplerinde yapamadıkları şeyler var ki hastalık kavramı buralardan geliyor. Bilim dediğimiz ve zihnimizin kuvvetle inandığı, olguları ve iddiaları deney, gözlem ve düşünce aracılığıyla sistematik bir şekilde inceleyen entelektüel ve uygulamalı disiplinler bütünü bile bazı konularda bütünlük sunamıyor. Daima bir “yeni araştırmalara göre” ile başlayan yepyeni bir durum var. Benim çocukluğumda zararlı denen, "aman kolestrol yapar, o da damarları tıkar, yağ yemeyin" diyenlerin ya fikirleri değişti ya o fikirlere karşıt görüş geliştirenler çıktı ve "yağ enerji verir, yağ yiyin" diyenler geldi.
Fizyoloji ile gözle görünenin incelenmesi böyleyken, insanın duygusal ve ruhsal durumlarını inceleyen ruh sağlığı da kişinin psikolojik iyi hal veya zihinsel bir bozukluğunun olmadığı düzeyi açıklıyor ve tatmin edici düzeyde duygusal ve davranışsal işlevlerini sürdürebilen bir kişinin durumunu tarif ediyor. Bu alanda da fikirler yıllar boyunca değişip gelişiyor. "Çocuk dediğin insan yavrusu kendi gelişimini tamamlamak için anneden şu aydan itibaren ayrı uyumalı" diyenlerle "çocuk anneye ihtiyaç duyar ve insan yavrusunun gelişimi uzun sürer; şu kadar ay anne ile birlikte uyumalı" diyenler oluyor.
Bu bilgilerin bir olmama haliyle kafam karışıyor. Tek doğru aradığımı fark ediyorum. Tek doğruyu bulamayınca kendime iyi geleni aramaya başladım. Bana iyi geleni arama isteği bende fizyoloji ve psikoloji ile ilgili yoğun meraka dönüştü. Kendimi bildim bileli, 18'li yaşlarımdan bu yana psikoloji ile ilgili birçok kitap okudum. 23 yaşımda babam beyin kanseri olunca fizyolojiye de ilgim canlandı. İlgi, bilgiyi araştırmaya yönlendirdi. Anlama ve anlamlandırma ihtiyacım zihnimin faaliyeti olarak her zaman çok canlılığını sürdürdü.
25 yıllık bu arama, araştırma, bilgide derinleşme arayışımda zihnimin meraklarını kalbimle bağlamaya başladığımdan beri -ve elbette bu bir anda ve bir günde olmuyor, zihnim epey güçlü ve koruyucu mekanizmalarla beni hayatta tutmanın yollarını bulmuş- kalbimin özlemlerini duyup içsel yönelimlerimle uyumlu bilinçli ve bilişsel seçimler yapabiliyorum.
Kimileri bu sürece hayranlık duyuyor, kimileri gülüp eğleniyor. Her ikiside insanlık yolculuğunun evresi, insanlığımızın bir parçası. Teknolojik gelişmelerle uyumlanan zihinlerin kalpleriyle arasının ne kadar açıldığını görmek benim dünyamda üzüntü yaratıyor. 25 yıldır kendimden kendime yaptığım bu yolculuk kalple zihnin dengesini kurmak için, birini diğerinden daha kıymetli hale getirmenin hayatımda anlam yaratmadığının farkındalığına vardığımdan beri ikisinin dengesini nasıl kurarım diye bakıyorum. Bu dengeyi ararken bedenimin varlığını ne kadar ihmal ve inkar ettiğimi hastalıklar yaşarken öğrendim. 2015’ten bu yana da beden, zihin ve kalp dengesini araştırıyorum. Buldum mu derseniz; bütünsellikle 7/24 bu bilinçte olmak ermiş insanların becerisi olmuş geçmişte. Öyle bir yerde değilim. Demek istediğim ve sizi de davet etmek istediğim yer; geçmiş travmaların acısıyla 20 yıl evvelindeki olayın sizdeki etkisini konuşmak yerine şu anda, 'şimdi'de, burada yaşamanın yolunda olmanın insana kattığı özgürlük hissi.
O hisse bir kez yaklaşmış olmak hiçbir tahakküm sisteminin esaretine giremeyeceğiniz anlamına geliyor. Tahakkümün içinde yaşamak ve sistemin içinde özgür seçimler yapıp seçimlerinizin sonuçlarıyla barışık olmak diye anlayabilirsiniz.
Modern çağın hızında kendisiyle bağlantısı kaybolanların kalbindeki boşluğu doldurmak için türlü türlü alışkanlıklar geliştirdiğine tanıklık ediyorum. Bu alışkanlıkların bedenlerinde yarattığı stresin hastalıklara sebep olduğuna ve bu dünyadan göçerken de türlü pişmanlıklarla yeni bir hayat dilediklerini duyuyorum.
Bazıları benim gibi şanslı oluyor. Ölümün kenarından dönüp kendine yeniden yapılandırılmış ikinci, üçüncü, beşinci, yedinci hayatı armağan ediyor.
Peki sen; bu yazım çerçevesinde değerlendirsen olduğun yeri, yaşamında kendinle bağlantının hangi evresindesin?
Varsa yoksa zihnin, düşüncelerin mi?
Varsa yoksa kalbin, hislerin mi?
Varsa yoksa bedenin, yediğin içtiğin ve hareketlerin mi?
İçindeki hayatta hepsinin dengesini nasıl bulabilirsin?
Ben yolu yavaşlamak ile ve bende olanı - zihnimden hangi düşünce geçiyor, kalbimde hangi duygu canlanıyor, bedenim nasıl hissediyor?- fark etmek ile buldum.
Bu yolculuk da beni içimdeki çocukla buluşturdu.
O büyüdüğünü sandığım ve aslında hep içimde olan 0-18 yaşım arasındaki içsel çocuğum ve oradan yarattığım Burcu ile temas edince yaşamın rengi yeniden değişmeye başladı.
Dilerim içindeki çocuk benliklerin özüyle temas edenlerden olursun.
Çünkü o çocuğun ihtiyacı yaşı kaç olursa olsun aynı: sevgi ve kabul.
Sevildiğine güvenen, kabul edildiğine inanan, hoş karşılandığını hisseden çocuk, kendine güvenen, kendini seven bir yetişkine dönüşüp canlılığına kavuşuyor.
Yaşamı yaşamanın yolu güven, kabul ve canlılıktan geçiyor.
Dilerim sen de seven, güvenen ve canlananlardan olursun.
YORUMLAR