İstanbul kimin?

Yaşadığım sokağın başında bir Çingene çiçekçinin tezgâhı vardır. Mevsimine göre renk renk çiçekler dizer sokağın başına ve bütün gün durur orada. Kalabalık bir cadde geçer önünden tüm gürültüsüyle. Aslında oturan aynı çiçekçi değildir. Ben çocukken dişleri dökük, incecik, başı yazmalı bir kadındı çiçekçi; depremde öldüğünü işittik sonraları. Yerini büyük oğlu aldı. Yıllar sonra da küçük oğlu. Çiçekler çeşitlendi bazen; bazen azaldılar. Yine de ben ne zaman sokağın başındaki çiçek tezgâhını görsem evime döndüğümü bilirim... Benim İstanbul haritamın mim noktası o çiçekçidir. İstanbul o çiçekçinindir.

Ergen yıllarımın alameti farikası olan yeşil, demir kapı, Galata Kulesi’nden Karaköy’e inen bir yokuşun ortasındadır. İçindeki küçük avluda üniformalı genç kızlar ve delikanlılar vardır ve geleceğe dair hayalleri... İskele meydanına çıkan altgeçidin bittiği yerde saçı birbirine karışmış bir yaşlı adam oturur. Yerlere gazete serip sokak kedilerini besler. Yoldan geçenlerden bir sigara ister bazen. Genellikle sessiz durur. Benim gençliğim işte o adamın oturduğu yerdir. İstanbul o adamın ve kedilerinindir.


Yemek yemeyi sevdiğim iki restoran vardır. Biri yapıldığı yılda kalmış 80’leri 2000’lere taşıma gayreti göstermemiş bir iskendercidir... Ne dekorasyonu ne de lezzeti değişmiştir yıllar içinde. Diğeri ise ailemizin özel günlerinin ev sahibi bir İtalyan restoranıdır. O da aynı yerde 20 senedir durur. İşin ilginci bu iki restoran aynı apartmanın altındadır ve ikisinin arasında çok karışık, çok kalabalık, gizemli başka bir dükkân vardır. Yaşlı bir adamın yaşlı dükkânıdır. İçeride kolyeler, vazolar, deniz kabukları, yemek takımları, tablolar, kristaller ve o kalabalığın içinde ne olduğu ayırt edilemeyen birçok malzeme durur. Çoğu tozludur. İşte İstanbul o dükkânın tozudur.


Annemle babam İstanbul’da tanışmışlar. Ben İstanbul’da doğdum. Başka şehirlerde yaşamaya özensem de İstanbul’la koparılması zor bir aşk-nefret ilişkisi içinde oldum her zaman... Yeşiller yerini betona bıraktıkça, trafik gittikçe içinden çıkılmaz hal aldıkça, bildiğim sevdiğim yerler yıkılmaya, yenilenip yok olmaya yüz tuttukça hep bir yerim acıdı. Sizin sevdanız gün geçtikçe çirkefleşse, çirkinleşse, katlanılamaz bir hal alsa böyle hissetmez misiniz?


Yaşadığım şehirde yanlış yapıldığını düşündüğüm şeyleri gördükçe bağırmak istedim genellikle. “Bunu ben düşünebiliyorsam, koca koca, yetkin mi yetkin, muktedir mi muktedir adamlar nasıl düşünemez?” diye merak ettim... İstanbul’u yönetenleri tutup omuzlarından sarsmak istedim. Çünkü bu şehir benim. Ben bu şehirim. Ve şehrimin saçının teline zarar geldiğinde benim kanadım kırılıyor.


Şimdi, benim gibi düşünen, sayıları hiç de az olmayan İstanbullular kendi şehirleri, kendi sevdaları olarak gördükleri bu gayya kuyusunun yönetiminde söz sahibi olmak istiyorlar. Katılımcı demokrasi talep ediyorlar. Kim şehri, onun sakinlerinden daha iyi tanıyabilir ki?


Bu arzudan yola çıkarak “İstanbul Sözleşmesi”ni hazırladılar. Change.org’a girerek siz de sözleşmeyi imzalayabilir; yaklaşan seçimlerde İstanbul’u yönetmeye talip olanlardan da imzalamalarını talep edebilirsiniz. Çünkü biz... “İstanbul’da yaşıyoruz. Şehrimiz, yeşiliyle, denizi, tarihi ve kültürüyle bir dünya mirası; geleceğinden sorumluyuz. Mahallem, konu komşumla ve bütün renkleriyle ortak yaşam alanımız. Şehrimizde dürüst ve şeffaf bir yönetim, hepimizin hakkı. Daha iyi bir İstanbul için İstanbul Sözleşmesi’ni imzalıyorum.”


Mesele sözleşmeyi imzalamakla bitmiyor. Hangi partiden olursa olsun, yerel seçimlere aday olacak siyasilerden sözleşmeye uymalarını ve ardından seçilenlerin sözleşmeye uyup uymadıklarını takip etmeyi gerektiriyor. Söyleyin İstanbul kimin?



www.istanbulhepimizin.org

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.