Festivalde karşılaşırsak tanımazlıktan gelin!

Her yıl baharın geldiğini İstanbul Film Festivali'yle anlamak mümkün, en azından bazılarımız için... Çok mu romantik buldunuz? Bazen böyle!


Havaların sürpriz bir inatla soğukmuş gibi görünmeye çalıştığı, ama 34 yıldır bu tavrı ezbere bilen biz İstanbulluların bu oyuna hiç gelmedikleri mevsime bahar deniyor.


Geçen sene rüya gibi bir İstanbul Film Festivali geçirmiştim. Ofise gitmesi gerekmeyen biriydim. Acil işlerimi telefonumun ekranından halledebiliyordum. Araya birkaç toplantı sıkıştırmakla birlikte günümü festivalin basın gösterimleri ve o gösterimlerin dışında kalan ama izlemeyi istediğim filmlere göre organize ediyordum.


Genelde Beyoğlu'ndaydım. Zira basın gösterimleri Atlas'ın o otobüse benzer 3. salonunda yapılıyordu. Yanlış anlaşılmasın, perde her koltuktan aynı kalitede görünebildiğinden keyfimiz gayet yerindeydi. Birkaç çok güçlü, zaten beklenen, nispeten bilinir filmin haricinde, o üçüncü salonda izlediklerim arasında aklımda en çok kalan İzlanda yapımı Metalhead/Malmhaus oldu. Bunu bir senedir sık sık düşündüm nedense. O korkunç traktör kazası sahnesinden dolayı sanıyorum. Tuhaf bir şekilde, detaya girmeyeceğim, beni en çok korkutan şeylerdendir o sahnede o çocuğun 'başına' gelenler. Ve yine tuhaf bir şekilde, geçen sene festivalden sadece birkaç hafta önce aynı ölüm senaryosunu bir başka filmde, Reese Witherspoon'un küçücük bir kızken oynadığı filmi Man In The Moon'da izlemiş olmamdı. Neyse...


Festivalde gündüz nispeten programlı ilerlerken akşam seanslarında kendimi bir boşlukta hissetmeye engel olamıyordum. Benim gibi gününün tamamını festivale ayıramayan gündüz çalışanları, ofisten kurtulup da festival mekanlarına atmaya başladıklarında kendilerini, ben evimin yolunu tutmuş oluyordum ne de olsa. Neyse daha sonra o kendimi ne evime ne sokaklara ait hissedemediğim akşamları da IKSV çalışanı tatlı arkadaşlar sayesinde doldurmaya başladım. Bu sene Oscar'ı kazanan en iyi yabancı Ida'yı da işte o akşamlardan birinde izledim. City'sde bir 21:30 seansında yönetmeni Pawel Pawlikowksi'nun eşliğinde hem de. City's bu sene festival sinemalarından biri değil ne yazık ki, şaşırdım ve üzüldüm. Bir salonu iki haftalığına festivale ayırmanın nasıl bir sakıncası olabilir ki çünkü, değil mi? Hem eve de yakındı...


Bir başka gece maceram da bence son yılların en iyi korkularından The Babadook/Karabasan'la tanıştırdı beni. Hem çok eğlenceli bir grup arkadaşım vardı yanımda, hem de gece 12'de Atlas Sineması'nda olmak, uykumun olmaması, şaşırtıcı derecede iyi bir film izlerken bulmak kendini, sık sık bir araya gelebilen faktörler değil. İyi bir korku filmi arayışındaysanız DVD'si yayınlandı bile, edinin.


Bu yıl Festival 4-19 Nisan 2015 tarihleri arasında düzenleniyor. Bu hafta basın toplantısını izlerken yine ne kadar heyecanlandığıma kendim de inanamadım. Yeni programdan filmlerden gösterilen kısa kliplerden, Akbank'ın festival konseptli eski reklam filmlerine kadar (tamam onların içinden 'Emek' geçiyor, o yüzden normal) her baktığım, gördüğüm şey gözlerimi sulandırdı. Sanırım en güzeli de o salonu dolduran kalabalığın neredeyse tümünün aynı coşkuyla orada olduğunu hissetmekti. Bir şeyler bu ülkede 34 yıl devam edince en ağırlıkla duyduğumuz his şaşkınlık bir de tabii. Şimdilik biletlerin 28 Mart'ta satışa çıkacağını ve geçen senelerden farklı olarak ilk bir hafta boyunca yüzde on indirimli olacaklarını unutmayın yeter. Tabii Festival sponsorlarının kampanyalarını da görmezden gelmeyin, bütçenizi en çok bilet alabileceğiniz şekilde yeniden, yeniden gözden geçirin.


Bana gelirsek, bu sene yeniden ofisli oldum, o yüzden arada karşılaşırsak tanımazlıktan gelin, işten kaçtığım bilinmesin, duyulmasın.


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.