Biz daha eşitiz!

Eşitlikten bahsederken mevzuyu ezilen tarafı yüceltmeye bağladığımızda, ipin ucu biraz kaçabiliyor.

İngiltere’de 42 beden üzeri ‘dolgun’ kadınlar için dergi yayınlanmış mesela. 42 bedenin altındaki “cılız” modellere asla yer verilmeyeceğini söylüyorlar. Şahane fikir. Güzellik standartlarının 34-38 beden arası bir yerlere sabitlenmiş olması epeydir çoğumuzun içini bayıyordu zaten. Bahsettiğim dergi, Just As Beautiful, anladığım kadarıyla bunu tamamen ne zamandır vücut şekilleri yüzünden kendini kötü hisseden kadınlara yönelik pozitif bir eylem şeklinde gerçekleştiriyor.

Takdir ettim! Fakat ‘kadın dediğin etli butlu olur, öyle sıska modellerin modası geçsin artık lütfen!’ tavrını da doğru bulmuyorum. Yediklerini kusmaya çalışmadan, insanın psikolojisini bozan diyetlerle formunu korumaya çalışmayan zayıf kadınları mı ötekileştireceğiz yani şimdi? Yahu biz bu eşitlik işinde ortayı neden bulamıyoruz?



Güzel insan, güzeldir. Onu güzel bulan kimse her ne sebepten ötürü güzel bulmuşsa, daha da önemlisi, aynaya bakıp kendini güzel hissetmesine neden olan her neyse, onu güzel yapan şey de odur. Beden ölçülerinin güzellik standardı oluşturduğuna her zaman şahit olduk. Bu algı tamamen yıkılacak değil. Dünyada sadece zayıf veya toplu kadınları/erkekleri güzel bulan insanlar olduğu sürece bu standartlar çeşitliliğini koruyacak.

Herkesi olduğu gibi kabul edelim, sevebilelim” felsefesi, kendi iç barışımızı sağlama konusunda global bir devrim yaşanmadığı sürece maalesef bu çağın insanına ütopik.

Zayıf kadın-şişman kadın ayrımını bir kenara bırakalım, kadın-erkek eşitliği meselesi gündemi yüzyıllar boyunca meşgul edecek gibi gözüküyor. Bir mucize olur veya bahsettiğim global-psişik-toplu içsel devrim gerçekleşirse durum değişir tabii ancak yargılarımıza, içimizdeki yargıçlara göre yaşamaya devam ettiğimiz sürece “şu şöyledir bu böyledircilik”ten kurtulamayacağımız aşikar.


Kadın-erkek eşitliği meselesinde de gözümüze çarpan iki ana görüş vardı: “kadın ve erkek her halükarda eşittir, ne münasebet!” diyenler ile “kadın-erkek eşit olamaz, fıtrata ters, erkek daha güçlü sonuçta, kadın narin, kadın çiçek” diyenler...

Mâlum gündeme tepkileri değerlendirirken fark ettim ki, bu eşitliğin mümkün olmadığını söyleyenler arasında “kadın daha güçlü abicim, erkek dediğin ne ki!” diyenler de var. Bununla ilgili kitaplar basılıyor, yayınlanıyor; metro çıkışlarında “sen kadınsın, aslansın sen bir numarasın!” diyen afişler görüyoruz.


Bir tür “salak! / sensin salak!” mevzusu. “Sanane / saman ye!” de diyebiliriz. Yahu neden sidik yarıştırıyoruz? Kimin daha güçlü olduğuna dair evrensel bir karara varıldığında dünyayı yönetme makinesini o tarafa mı vereceğiz? Dengeler ve döngüler üzerine kurulu doğamızı unutalı beri terazinin hangi tarafının daha ağır olması gerektiğini konuşuyoruz. E hani dengede durunca daha güzeldi?

şurada

Erkek üstünlüğü algısının nelere mal olabileceğini her gün görüyoruz.


Ama bunun çözümü “hayır bir kere, kadınlar daha güçlü, güç bizde artık!!” demek değil kanımca. Yalnızca iki cinsi olan mütevazı bir türüz, insanız neticede. Hangi tarafın daha üstün olduğunu tartışmak yerine, tarafların, insan olmanın gerçek eşitliğini hatırlamaya ve hatırlatmaya çalışmak daha verimli bir uğraş olacak gibi gözüküyor. Kendi öz gücümüzün farkında mıyız bir kere?

Aynı şekilde zayıf veya kilolu, eğitimli veya eğitimsiz, kadın veya erkek... Aklımıza gelebilecek her türlü ayrımı düşünüp, hepsinin özünde sadece insan olduğunu anımsamamız gerekiyor. Okullarda insan haklarından bahsederken bu meseleyi ezberleyip geçmek yerine içselleştirmemiz, özümsememiz gerekiyor. Bu kadar basit, bu kadar klişe bir konuyu belki de her gün hatırlamak gerekiyor.

Yoksa ne kadınlar ne erkekler, kendi yarattığımız o içimizdeki yargıçlar yönetecek dünyayı.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.