Sen nasıl istersen

Kadın çok güzelmiş. Çok iyi kazanıyormuş. Çalıştığı yeri parmakla gösteriyorlarmış, orada çalışanlara dünya harikası gözüyle bakıyorlarmış.


Adam, onu bir arkadaşı vasıtasıyla tanımış. Kadın onunla ilgilenince ne yapacağını şaşırmış. Önce inanamamış. “Bu kadar güzel bir kadının benimle ne işi olabilir?” demiş. Kendini pek yakışıklı bulmuyormuş. “Benim kazandığımın beş katını kazanıyor” diye geçirmiş aklından, “Neden kendisi kadar kazanan birini değil de beni seçsin ki?” Kendi diploması, kadınınkilerin yanında buruşuk kâğıt parçası gibi görünüyormuş gözüne. O bir yabancı dili ağır aksak konuşurken, kadın dört dili aksamadan konuşuyor, dahası o dillerde iş yapıyormuş.


Adam âşık olmuş. Ne kadar boyuna bosuna, ne kadar tenine gözlerine, ne kadar etiketlerine, bugün kendisi de tam hatırlamıyor. Hatırladığı, birkaç aya kalmadan kadının yanına taşındığı, evlenelim dediği ve evlendikleri.


Karısının, erkek kardeşlerinin karılarından güzel olmasından ötürü çok gururluymuş. Kadına bakıp ona çok güzel çocuklar doğuracağını düşünüp kibirleniyormuş. Kendi çocuklarının, kardeşlerinin çocuklarından daha güzel olacaklarından eminmiş.


Fakat kadın hemen çocuk istememiş. Daha gençlermiş, ikisi de otuzlarının başlarındaymış. “Sen nasıl istersen” demiş adam. Bir kere söyledikten sonra, bu söz ona en sık söylediği söz olmuş.


Doğal olarak her şey kadın nasıl istiyorsa öyle olmuş.


Kadın önce yaptığı işten sıkıldığını söylemiş, ayrılmış. Ortalama maaşı olan birinin bir yılda kazandığını bir ayda hak ettiği işi bırakmış. Yüklü de bir tazminat almış. Ardından başka bir şehre taşınalım demiş. Öyle yapmışlar. Adam işten ayrılmış. Masal mekânlarını andıran bir yerde bir ev satın almışlar. Yoğun, yorgun, stresli, uzun çalışma dönemini geride bırakmışlar.


Çok mutlularmış. Neredeyse ormanın içine kondurulmuş evlerinde leziz yemekler hazırlıyor, balkonda ızgaralar yapıyor, uzun doğa yürüyüşlerine çıkıyorlar, hattâ bazen kamp kuruyorlarmış.


Günler böyle geçip giderken birbirlerine bakarak geçirdikleri iki kişilik hayat, ikisine de yetmemeye başlamış. Kadın çalışmak istemiş. Adam hem çalışmak hem arkadaş edinmek. İşte ondan sonra sorunlar başlamış.


Kadın bildiği dört dile diplomalarına layık gördüğü gibi bir iş bulamamış. Adamın bulduğu işi küçümsemiş. Evlerine komşuların gelip gitmesini istemiyormuş. Adamın edindiği arkadaşları cahil ve kaba buluyormuş. Başka bir şehirde başka bir iş yapmak istemiş. Adam “Sen nasıl istersen” demiş.


Evi, aldıkları fiyatın altına satmışlar. Kadın, paranın bir kısmını yeni başlayacağı işle ilgili eğitime ayırmış. Kiraya çıkmışlar.


Yeni geldikleri şehirde de hiç tanıdıkları yokmuş. Adam arkadaş edindiğinde, biraz dışarıda arkadaşlarıyla vakit geçirmek istediğinde kadın sinirleniyormuş. Ne aradığını soruyormuş ona “dışarılarda”. İki başlarına yaşayıp giderken kadın doğurmaya karar vermiş. Adam “Sen nasıl istersen” demiş.


Ancak bu kez kadın nasıl istiyorsa öyle olmamış. Adamın çocuğunun olmadığı anlaşılmış. İlk tedavi sonuç vermemiş, ikincisi ve üçüncüsü de. Dört yıl süren bir dizi tedavi işe yaramamış, doktorlar adamın bir ömür çocuğu olmayacağını söylemişler.


Adam pes etmiş. “Evlat edinelim” demiş. Kadın gerçeği kabul etmek istememiş ve adamı ona bir çocuk vermesi için zorlamış. Eğitimine, birikimine, etiketlerine epeyce ters düşen girişimlerde bulunmuş. Kocasını, ellerinde manyetik güç olduğunu söyleyen kimselerin ofislerinden kutsal mekânlara peşinde sürüklemiş.


Kadının kıskançlıkları sürüyormuş bu arada. Ne zaman tartışsalar, adama “Sen zaten ne işe yararsın ki!” diyormuş. “Gene mi yapamadın?” “Bunu da mı yapamadın?” Adam kendini “hiç gibi” hissetmeye başlamış, giderek öyle olduğuna da inanmış.


Kadın, bir ton para döküp eğitim aldıktan sonra başladığı işten de sıkılmış. Yine şehir değiştirmek istemiş. Adam kolileri hazırlamaya başlamış. Tanıştıkları şehre geri dönmüşler. Krediyle ev almışlar. İnşaat biter bitmez taşınacaklarmış. Adam, kadın ne isterse onu yapmaya gayret ediyormuş. Çocuk hariç. Gelgelelim kadın zorladıkça zorluyormuş.


Bir papazın uzattığı ıslak ekmeği zorla çiğnemesi son olmuş. Adam demiş ki “Yeter, benim çocuğum olmuyor. Bu gerçeği artık kabul et.” Kadın kabul etmemiş. Adam “Gitmemi mi istiyorsun?” demiş. Kadın “Evet” demiş, “ben çocuğum olsun istiyorum, git.”


Adam bir telefonunu almış, arabasına binip gitmiş. Bir yıl sürecek psikolojik tedaviye başlamış. Terapist soru sordukça seçimlerinin sonuçlarıyla baş başa kaldığını fark etmiş. “Herkesinkinden güzel” karısı olsun istemiş, olmuş. Kendinden değerli bulduğu karısı, onu kendinden değersiz bulmuş. Evlenirken kendi maaşının beş katını kazanan kadına boşanırken bir servet ödemiş. Kadın kanunları iyi biliyormuş, ona bir çocuk vermeden “çaldığı” on yılı son kuruşuna kadar ödetmiş.


Adam hırsla isteyip kibirle sahip olduklarını kaybettiğini idrak etmiş. Öncelikleri değişmiş. Şimdi hayatını, önce hayattaki varlığına değer veren bir kadınla paylaşmak istiyor. Onu olduğu gibi kabul eden, arkadaş edinmek gibi temel ihtiyaçlarını engellemeyen ve hiçbir şey yapmaya, özellikle de yapmaya yetenekli olmadığı şeyleri yapmaya zorlamayan bir kadınla.


“Sen nasıl istersen” demekten vazgeçmiş değil, ama kendine şunu sormayı ihmal etmiyor: Ben nasıl istiyorum?

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.