“Artık sevgili değil, koca istiyorum”
Havuz başındalar. Küçük kız suya atlamak istiyor. Annesi itiraz ediyor, ama suda “gel, gel” diyen oğlanın çağrısına dayanamıyor. Yukarıda dümdüz duran saçları, suyun dibinde telefon teli gibi dalgalanmaya başlıyor. Yüzeye çıkınca bütün çocuklar ona gülüyor.
Hayatı, saçlarını ehlileştirmeye ve onlara verdiği formu korumaya çalışarak geçiyor. Mesela sabah beşte kalkıp, hiç bozulmamışlar gibi görünsünler diye, onları sıcak maşayla tarıyor, sonra dönüp uyuyan doktor sevgilisinin yanına usulca kıvrılıyor. Sonra, arkadaşlarıyla terasta otururken, gözü gökyüzündeki bulutlara takılıyor. “Hava durumuna baktınız mı? Bugün yağmur yağacak mı?” Yağmayacağını söylüyor kızlar, ama o sohbete geri dönemiyor bir türlü, doğrulama gereği duyuyor. “Emin misiniz? Yağmayacak değil mi?”
O gün yağmur yağmıyor, ama sokakta oynayan çocuklardan birinin elindeki hortum uslu durmuyor ve içinden geçen suyu, onun üzerine boca ediyor. Dümdüz, upuzun saçları kıvır kıvır tepesine toplanıyor. Çığlık çığlığa bağırıyor. “Hayır! Bu akşam bana evlenme teklif edecek.” Alelacele kuaförden randevu alıyor arkadaşı. Saçlarını her zamanki haline getirip yemeğe gidiyor. Bütün aile, arkadaşları oradalar.
Doktor sevgilisi ayağa kalkıyor. Herkesi, kendisini dinlemeye davet ediyor. Upuzun, dümdüz saçlı kadına fiyonklu, küçük bir kutu uzatıyor. Kadın duygulanıyor. “Bu, hayatımın en güzel ânı” diyor kutuyu açarken. Fakat kutudan yüzük yerine kolye çıkıyor. “Bu ne?” diyor. Adam “Şimdi anlayacaksın” diye karşılık veriyor. Bir kutu getiriyor biri. Kadın kutuyu açıyor. İçinden küçük bir köpek çıkıyor. Adam kolyeyi köpeğin boynuna geçiriyor.
Eve dönüyorlar. Kadının yüzü bir karış. Doktor sevgilisi soruyor. “Bu akşam bir şey mi oldu?” Kadın fazla direnmiyor. Köpek değil yüzük beklediğini, iki yıldır beraber olduklarını, artık sevgili değil koca istediğini söylüyor. Tam olarak bu kelimeleri kullanıyor. Adam şaşırıyor. “Yüzük mü? Evlilik mi? Neden? Seni tanımıyorum ki!” Doktor sevgilisi, kadına hep mükemmel olmaya çalıştığını, onu doğal haliyle hiç görmediğini söylüyor. O gece, yolları bir daha kesişmek üzere ayrılıyorlar.
Kadının işi dahil istemeden yaptığı, yaşadığı ne varsa saçlarıyla beraber değişmeye başlıyor. Mükemmel olmaya çalışmaktan vazgeçince içindeki sesin ona fısıldadıklarını duyabiliyor, aslında kim olmak istediğini, nasıl bir yaşam sürmek istediğini.
Filmde kullanılan, vurgulanan tanım mükemmellik takıntısı. Ancak bunun ötesinde bir duygu var. Kendini olduğu haliyle, olduğu gibi kabul etmeme.
İzlediğimiz*, okuduğumuz, dinlediğimiz hiçbir hikâye kurgudan ibaret değil. Hepimiz biraz filmin kadın kahramanına benziyoruz. Mükemmel olmaya çalışmasak bile kendimizi olduğumuz gibi, olduğumuz halimizle kabul etmekte bazen zorluk çekiyoruz.
Değişiklik, aslında insana iyi gelen bir şey. Görüntünü kendi hoşuna gidecek biçimde biraz değiştirmek, bir tür terapi. Fakat ne kadar, nereye kadar? Dahası, hangi duyguyla?
İnsan başka türlü görünmeye çalıştığında, olduğu, doğduğu haliyle kendini görmeye katlanamadığında, yaptığı “değişiklikler, değiştirmeler” terapi olmaktan çıkıyor, ancak terapiyle düzeltilebilecek bir ruh haline dönüşüyor. Olduğun kişiye katlanamıyorsun, ama o kişiyi değiştirmek için yapmak zorunda oldukların da bir süre sonra eziyet haline geliyor. Boyun uzun görünsün diye hep topuklu ayakkabı giymek gibi. Kahverengi gözlerin mavi gibi görünsün diye lens takmak gibi. Daha ileri dereceleri var: teninin rengini açtırmak için ameliyat üstüne ameliyat olmak gibi, belini inceltmek için kaburga kemiklerini aldırmak gibi. Hiçbiri kaşlarını aldırmaya, saçının rengini değiştirmeye, kilo vermeye benzemiyor. Kendini değiştirme, kendinde değişiklik yapma isteği değil, bunun adı kendini reddetmek.
Sen kendini reddedince, başkaları da seni olduğun gibi kabul etmeye yanaşmıyor. Sen kendine katlanamayınca, başkaları da sana katlanamıyor. İşte iki yıldır beraber uyuduğun, artık kocan olsun istediğin adam, kıvırcık saçlarını hep düzleştiriyorsun diye “Seni tanımıyorum, doğal halini hiç görmedim ki” diyor. Mavi gözlü olmakta ısrar edince, kahverengi göz seven adam sana denk gelmiyor. Mavi göz arayan, seninkileri yalancı buluyor. Ufak tefek kadından hoşlanan, üzerinde yükselmeye çalıştığın topuklardan ürküp kaçıyor. Yüzünün rengini ameliyatla açtırsan da bedenin hep aynı renk.
Değişiklik güzel şey belki, olanı yok etmeye çalışmayınca.
*Hikayênin geçtiği film Nappily Ever After
YORUMLAR