Arkadaşlık ilişkileri üzerine-3
Arkadaşlık ilişkileri üzerine - 3
Dün buluştuk, konuşuyoruz. Hayatında olan güzel şeylerden bahsediyor. Aylar üzerine biriyle beraber ve çok mutlu. İşte terfi etmek üzere. Biraz daha fazla kazanacağı için kafasındaki gibi bir eve taşınmayı planlıyor.
Anlatırken arada duruyor.
“Aman n'olur sende kalsın, kimse bilmiyor.”
“Olur.”
Devam ederken, parantez açıyor.
“Sakın A’ya söyleme”
“A ile zaten görüşmüyorum ki, biz o kadar yakın değiliz biliyorsun... Ama merak etme, söylemem.”
“Biliyorum, senin ağzın sıkıdır.”
Parantezler artıyor. Sadece A değil, B, C de hayatında olanları bilsin istemiyor.
Masadan kalkıyoruz, metroya yürürken kolumdan tutuyor, sanki biri duyacakmış gibi sesini alçaltıyor.
“Hepsi aramızda... Onlara da söyleyeceğim ama biraz zaman geçsin de sonra...”
“Tamam, merak etme.”
Biri yediği-içtiği ayrı gitmeyen, biri sık sık görüşüp haberleştiği, diğeri bir süredir az görüşseler de “kardeşimdir” dediği kişi. Hayatındaki güzel gelişmeleri bu insanlara, “beraber gülüp beraber ağladığım kızlar” dediklerine anlatmayacak da kime anlatacak? Benim gibi eskiden tanıdığı ama çok az görüştüğü birine mi?
Ondan ayrıldıktan sonra düşünüyorum. “Bütün bunları neden onlardan saklıyorsun?” diye hiç sormadım. “Ben senin en iyi arkadaşın değilim. Neden bana anlatıyorsun?” demedim. Galiba insan cevabını bildiği soruları sormuyor.
Biraz geriye gidiyorum.
Beraber kurulmuş sofralar, sabahlara sarkan kahkaha dolu muhabbetler... Her vesileyle bir araya gelinen kutlamalar, sarmaş dolaş haller, gülen yüzler... Eşanlı gülen, eşanlı ağlayan arkadaşlar. Eşanlı olarak aynı duygularda buluşan arkadaşlar...
Birkaç kez dahil olduğum buluşmalarından gözümün önüne kareler geliyor, seslerini duyuyorum. Biri işyerinde şefiyle aralarının nasıl gergin olduğunu anlattıktan sonra, her biri kendi işiyle ilgili bir sıkıntıyı dillendiriyor. Biri annesinden dert yanmayı bitiriyor, diğerleri kendi annelerinin yaptıklarını sıralıyor. Biri stresten çıkan sivilcelerini gösteriyor, diğeri aynısının poposunda yeni battığını fısıldıyor. Öteki ergenlikte yüzünün nasıl da sivilcelerle kaplı olduğunu hatırlıyor. Biri ayrıldığı sevgilisini hatırlıyor, gözleri doluyor. Yeni ilişkisinden memnun olanın bile, eski bir ayrılık anısıyla gözlerinde yaş birikiyor.
Gerçekten de beraber eğlenip beraber ağlıyorlar. Onlardan hareketle, kendi arkadaşlık ilişkilerime bakıyorum. Sonra tanıdığım başka arkadaşlıklara. Aradaki benzerliklere şaşıyorum.
Beraber gülüp eğlenmeyi sevmemiz, beraber gülüp eğlendiklerimizi sevmemiz normal de, niye onlarla beraber ağlamakta ısrar ediyoruz? Hayat bu, birinin hayatında bir şeyler yolunda giderken diğeri tökezleyebilir. Tökezleyene el uzatılır. Elden gelen yapılır. Fakat biri mutsuzken neden diğeri de mutsuz olmak, değilse de öyle görünmek, eski bir mutsuzluğunu çıkarıp ortaya koymak zorunda? İki cevap var galiba. Bir, mutsuz olan diğerini mutlu görmek istemediğinden. İki, bunu bilen diğeri mutlu görünürse aforoz edilmekten korktuğundan.
Sorun nerede? Arkadaşlarımızda mı, onlarla kurduğumuz ilişki biçimde mi, yoksa bizde mi?
Sorunun bizde olduğunu sanıyorum. En yalnızlığı sevenimizin bile başkalarına ihtiyacı var, bir gruba dahil olmaya. Bir gruba dahil olmak, fark edilmek, dikkate alınmak, sevilmek, kabul görmek demek. Bu ihtiyaçtan edindiğimiz arkadaşlarımızı kaybetmek istemiyoruz. Onları kaybetmemize neden olacağını düşündüğümüz bir durumda olmaktan kaçınıyoruz. Onlar mutsuzken, yanlarında mutsuz görünmeye bakmamız bundan galiba. Bizden beklediklerini onlara vermeye çalışıyor olabiliriz.
Peki, bazı durumların onları kaybetmemize neden olacağını nasıl düşünebiliyoruz? “O mutsuzken, ben de yanında mutsuz olmalıyım, en azından mutlu görünmemeliyim” fikrini aklımıza eken kim? Arkadaşlarımız mı? Ya biz, arkadaşlarımızdan farklı mıyız? Yani aslında onlarla aynı beklentiler içinde olabilir miyiz? Biz mutsuzken, mutlu arkadaştan huzursuz olabilir miyiz? Bunlar, insanın ancak bir köşeye çekilip duygularını dinleyerek ve kendinden kaçmadan cevabını verebileceği sorular. Dürüstçe verilen bir cevaptan sonra, değiştirilemeyecek yanlış inanç, beklenti yok.
Okulda kantine, işyerinde yemeğe inince ya da başka yerlerde buluşunca bakalım biraz kendimize. Neler konuşuyoruz arkadaşlarımızla? Biz ne anlatınca, o karşılık olarak neler anlatıyor, söylüyor? Dinlediklerimiz karşısında ne hissediyoruz? O anki duygumuza ne şekilde tepki vermesini bekliyoruz? O duygumuza, aynı duyguyla katılmazsa içimizde hangi hisler uyanıyor?
Arkadaşlıklarımızda “denklik” aramamız normal belki. Benzer eğitimlerden geçmek gibi, benzer hayat görüşlerine sahip olmanın bizi yakınlaştırdığı doğru. Ancak duygularda “denklik”, “eşitlik”, “aynılık” arayışı ve beklentisi, yakınlaştırıyor gibi görünse de uzun vadede bizi birbirimizden uzaklaştırıyor. En yakın arkadaşlarımız, kendimizi sakladığımız ve giderek kapattığımız kişiler haline gelebiliyor. Konuşmak için işte böyle uzak, ağzı sıkı arkadaşları seçiyoruz. Bu da, anlatma, duygularını paylaşma ihtiyacından ileri geliyor herhalde.
“Beraber gülüp beraber ağlamak” sözüne bir de buralardan bakmalı belki.
YORUMLAR