Beni kontrol etme müdürüm
Yıllar öce bir kadın müdürüm olmuştu. Farklı şehirlerde çalışıyorduk. Bugünkü internet iletişim araçları o dönemde bulunmadığından telefonla haberleşiyorduk. Sık sık değil, gerektiğinde arıyordu. Çok yoğun ve stresli bir temposu vardı. Üzerine giden, büyük patronla haftada bir yaptıkları toplantılarda ortaya dökecek açık arayan, titrine denk beş erkekle mücadele içindeydi. Çok zor girilen bir üniversiteden aldığı diplomasıyla, iki yabancı diliyle, bilgi ve tecrübesiyle lise mezunu, hayat boyu aynı şirkette çalışmış beş adama meydan okuyordu.
Çok hırslıydı. Çok çalışıyordu. Çok seyahat ediyordu. Hangi şehirde olursa olsun, genellikle sabah yedide işe koyulduğunu gönderdiği postaların saatinden anlamak mümkündü. Çoğu kez, gece yarılarına kadar bilgisayarı başında rapor hazırlıyordu.
Yeni başladığım aylardı. İşleri yoluna koymaya çalışıyordum. Müdürümüm mücadele ettiği beş erkeğin, erkeklerden oluşan ekipleriyle çalışmak pek kolay değildi. Açık aramadığımı, çelme takmaya çalışmadığımı, sadece işin gereklerini yaptığımı anlatmaya çalışıyordum. Fena gitmiyordu. Ufak tefek baltamalar olsa da birbirimize yavaş yavaş alışıyorduk.
O günlerde bir gün müdürüm aradı. Öteden beri ağır aksak yürüyen, doğru yürümesi ise mücadele ettiği beş erkeğin ekiplerine bağlı olan işlerden bahsediyordu. Sinirliydi. Gelip hepsiyle tek tek görüşeceğini, herkese haddini bildireceğini söylüyordu. Bir ara bana “Geldiğimde senin de neler yaptığını görmek istiyorum” dedi.
Telefonu kapattıktan sonra bir süre durdum. Demek geldiğimde neler yapmak istediğimi görmek istiyordu... Bu söz bana çok ağır geldi. Hayır üzülmedim. Sinirlenmedim, hiç... Olan şuydu: bütün gün iş yapmak yerine top çevirmek, ip atlamak için işyerine gidenler arasına koyulmuştum. Kontrol edilmeyi hiç hak etmiyordum! İşten ayrılmaya karar vermem, iki dakikadan az sürdü. Arabadaydım, saat karşımdaydı, oradan hatırlıyorum. Direksiyonu ev istikametine kırdım. Araba şirketindi, arka koltukla bagajdan özel eşyalarımı topladım.
İsmine ister müdür diyelim, ister koordinatör, direktör. Çok iyi eğitimli, tecrübeli, bilgili yöneticilerin yaptıkları bir hata var: kendilerini çok akıllı, diğerlerini aptal değilse, az akıllı görmek. Bu kişilere, onları kafalarında koydukları yere uygun biçimde davranıyorlar. Ve bu davranışları kibir, küstahlık olarak algılanıyor “aptal” değilse “yarım akıllı” iş arkadaşları tarafından. Nefret topluyorlar, umurlarında olmuyor genellikle, ama olsa iyi olur.
Bir hataları daha var: kendilerini çok yüksekte görünce yüzeyden uzaklaşıyorlar ve genellemelere gidiyorlar. Bu halleri ekiplerinde yer alanları tanımalarına da engel oluyor. Kişisel farklarını, emeklerini, performanslarını pek umursamıyorlar. Hepsini bir tutuyorlar. Hedeflerine hırsla yürürken ellerinin altında bulunan araçlar olarak görüyorlar. Araçların doğru çalışıp çalışmadığını kontrol etmek istiyorlar arada.
Halbuki “insan” bir araç değil. Bir de işlevinin farkındaysa ve yerine getiriyorsa, altına yapmış mı yapmamış mı diye kontrol edilen çocuk gibi kontrol edilmekten hiç hoşlanmıyor. Frene basıyor. Bu frene basma iki biçimde gerçekleşebiliyor. Ya genellemekte ısrar edeni ortada bırakıp gidiyor ya da çaba göstermekten vaz geçiyor. İlki işi bırakmak, ikincisi ise işteyken işi bırakmak.
Uzun süredir şirketlerin insan kaynakları bölümlerinin düzenlediği eğitimlerden uzağım. Orta ve üst kademe yöneticiler için nasıl eğitimler düzenliyorlar, bu eğitimlerde kimler neler anlatıyorlar bilmiyorum. Fakat bunca yılın sonunda bildiğim bir şeyden çok eminim: çabası fark edilen, takdir edilen üretiyor, görmezden gelinen ise sadece işini yapıyor.
YORUMLAR