El alem ne der?
Yemek takımlarının dili olsa... Hani şu evlenirken alınıp da çeyize konulan... Salondaki büfede saklanıp, misafir geldiğinde masanın üzerine saçılan... Ne derdi?
Peki ya o büfelerin, vitrinlerin dili olsa? İçinde kristal vazoların ‘Aman çocuk kırmasın’ diye saklandığı, dizi dizi tabakların, önemli bir misafir gelene kadar istiflendiği... İsyan eder miydi yalnızlıklarına?..
Eskiden evlerde salon olurdu hani, bir de oturma odası... Salon, sadece misafire açılır, hayat oturma odasında geçerdi. Bunu hala devam ettirmeye müsait evler vardır belki, ancak kişi başına düşen metrekarenin giderek küçüldüğü büyük şehirlerde pek mümkün olmuyor artık...
Hayatını başkalarının ne düşündüğüne göre devam ettiren bir toplumuz biz. ‘El alem ne der?’ hayat tarzımızı şekillendiriyor. Evlerimizin düzenini bile...
Anneannem, ‘Evini hep düzenli tut’ dermiş anneme... ‘Kimin ne zaman geleceğini bilemezsin. Evden çıkarken dağınık bırakıp çıkma. Başına bir iş gelip de konu komşu eve sensiz girecek olsa evi derli toplu bulsun.’
Başımıza bir iş gelmesi halinde bile konu komşunun ne düşüneceğine göre plan yaparak yaşanılan bir hayat, hayat mıdır?
Dışarıdayken benim başıma bir iş gelse, konu komşu eve bensiz girecek olsa ne der diye bir düşündüm.
‘Hmm, bir düzen oturtulmaya çalışılmış ancak pek takan yok sanki...’
‘Biraz fazla mı oyuncak var, ne?’
‘Bazı eşyalar ortalıktan kalksın diye sağa sola tıkıştırılmış gibi...’
‘Mutfak sandalyesinin üzerinde çorap? Koltuğun üzerinde oyuncak araba? Banyoda ışın kılıcı? İlginç...’
Eskiden çok düzenli bir evimiz vardı bizim. İki köpeğimize rağmen, her an ‘misafir kabul etmeye hazır’, başıma bir gelse konu komşunun ‘Vay be, ev sahibesi düzenli kadınmış’ diyeceği bir ev. O ev, çocuklu hayata geçişle birlikte mazide hoş bir anı olarak kaldı.
Şimdi, çok çocuklu, bol oyuncaklı, dağınık, karışık evimde, gelecek için hoş hatıralar biriktiriyorum ben.
Yemek takımım yok, vitrinim, büfem yok, misafirle birlikte altı kişiden fazla olduğumuzda sofradaki tabak çanağın hepsi ayrı telden çalıyor çünkü aldığım tüm tabak setlerini ya çocuklarım, ya da ‘misafire hoş görünsün’ diye servis ettiğim misafirin çocukları kırdı.
Her yerden bir oyuncak, bir kitap, bir ışın kılıcı çıkıyor; en alakasız eşyalar olmaması gereken yerlerde haftalarca kalabiliyor.
Bazı günler evi öyle bir bırakıp çıkıyoruz ki anneannemin sözleri kulağımda çınlıyor: ‘Kızım eve biri gelip şu halini görse?...’
Ona içimden diyorum ki: Sen gönlünü ferah tut anneanne, biri gelse der ki: Evet, dağınık mağınık ama bu evde hayat var...
YORUMLAR