Aşırıyız aşırı
Geçen gece geç vakit eve geldiğimde, yine onun yaydığı sevinç dalgalarını hissettim.
Hemen karşı karşıya oturup sessiz bir sohbete başladık Buz ile. Sohbetin sesli olması için benim havlamam gerekiyordu ki, gecenin o saatinde bu maskaralığı göze alamadım doğal olarak.
Bakıyorum karşımdaki kocaman sevimli köpeğe, ilk sevinç gösterilerinden sonra hemen sakinleşiyor, soran gözlerle beni süzüyor sadece. O zaman fark ettim, bizler bahtsızlıklarımızı da, mutluluklarımızı da ne kadar aşırıya kaçarak yaşıyoruz. Oysa ne yakındığımız kadar bahtsız, ne de hissettiğimiz kadar mutluyuz. Ama istesek de, istemesek de her şeyi abartmaya bayılıyoruz.
“Neden böyle” diye düşündüm bir an… Sorunun yanıtı aslında biz değiliz, yaşadığımız çevre, dünya… Tek bir cümle ile söylemek gerekirse ‘aşırılıklar çağında bir yaşam mücadelesi veriyoruz’
Mesela aşkı ele alalım. Tabii ki aşktan kurtulmak, ona yakalanmak kadar kolay değil. Ama bazen öyle bir tutkuyla bağlanıyoruz ki karşı tarafa, dünyanın sonu gelmiş sanıyoruz. Aşkın gözü körmüş… Neden? Bu kadar abartmak gerekiyor mu? Aldatılmak, terk edilmek her şeyin sonu mu? İlk aşkın büyüsü, zaten bunun sonsuza kadar süreceğini sanmak acemiliği değil mi? Neyse, demek istediğim aşkın bile ölçüsünü kaçırıyoruz.
Ne demiş benim sevgili Küçük Prens kitabımın yazarı Exupery; “Aşk iki kişinin birbirine bakması değil, iki kişinin birlikte aynı yöne bakmasıdır…" Galiba en iyisi “Seni seviyorum, sana ihtiyacım var” demek yerine “Sana ihtiyacım var, seni seviyorum” demek…
Para dersen… Onun da mutlulukla ilgili olduğu söylenir ya da tam tersi. Mesela Bo Derek’in bir lafı vardır hiç unutmam. Bizim Cahide’ye geldiği zaman tanıştığımızda sormuştum, bir de kendi ağzından duydum; “Paranın mutluluk getirmediğini kim söylemişse besbelli alış verişi nereden yapacağını bilmiyor” demişti.
Ama bir de karşı görüş var tabii. Vaktini para kazanmakla harcamayan bilge insanlar… Tabii ki para olmadan mutlu olmak güç, yaşamak desen sefalet. Ama çok harcama yapıyorum diye hesap kitap yaparken yine paranın esiri olmuyor muyuz? Bunun bir orta yolu yok mu? Yine dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz; “Aşırılıklar çağında…”
Aşk ve para hayatımızı esir alan en önemli etken ise teknoloji ne peki? Bilgi çağını da aşırılıklarla yaşamıyor muyuz? George Orwell’in 1984 romanındaki (ki 1948 yılında yazmıştı usta bu dünya klasiğini) hepimizi gözetleyip mercek altına alan ‘Big Brother’ı bu aşırı teknoloji tutkumuz yüzünden gerçek olmadı mı? Kredi kartlarımızdan tutun da, internet aktivitelerimize kadar elimizi attığımız her teknoloji, kişiliğimizi devasa veri tabanlarına kaydedip, hepimizi fişlemiyor mu? Alacağımız en iyi bilgisayarın ya da Ipad’in, satın aldığımızdan birkaç ay sonra piyasaya çıkacak modeli olduğunu düşünmüyor muyuz? Sorular daha uzar gider.
Teknolojiye hiç karşı değilim ama kendi kendime soruyorum bazen “Bir kitap okurken sözcüklerden aldığım hazzı acaba bilgisayar ekranında bulabiliyor muyum?” diye.
Aslında bu konuda bütün sonuçlar aynı kapıya çıkıyor; Kafamızda yazdığımız aşırı bireysel hikâyelerle çevremizi ve insanları yargılıyoruz. Anı yaşamak yerine, anı aşırı sorguluyoruz. Ne yazık ki, sadece var olduğumuz için özel olduğumuzu çoktan unuttuk. Bütün bu aşırılıklarla hayatımızı yanılgılar içinde geçiriyoruz. Ama yine kendimize söylediğimiz aşırı yalanlarla bunu ört bas etmeyi başarıyoruz.
Bütün bunları düşündükten sonra sevgili Buz ile yine göz göze geldim. Ne kadar mutlu görünüyordu…
YORUMLAR