"Kim demiş çalışmak zorundayız diye?"
Çok sevdiğim bir söz vardır benim..
"Yapmaktan zevk aldığın işi bul ve bir ömür boyu çalışmak zorunda kalma.."
Konfüçyüs.
Bu sözü çok seviyorum dedim de, "Milattan önce söylenmiş bir söz nasıl olur da hala geçerli olabilir, hele de günümüz şartlarında?" diye sizin gibi ben de sordum kendime.. Ve soruma soruyla cevap verdim: "İyi de biz ilerde yapacağımız işe nasıl ve ne zaman karar vermiştik?"
Bu sorunun cevabını bulabilmek için, çocukluğuna gittim bu önemli karar sürecinin, yani lise çağlarımıza... Ergenliğin o buhranlı dönemlerinde yani her gün tepeden tırnağa değişim içindeyken; okuyacağımız alanı seçişimizi, sonra o alana göre üniversitede bir bölüm seçmek durumunda bırakılışımızı, daha genel bir bölüm olsun da iş imkanımız artsın diye hiç ilgimizin olmadığı alanlara yönlendirilişimizi, bu aradaki aile baskısını, sırf üniversite diplomamız olsun diye okula bile gitmeden ünversite bitirişimizi... düşündüm ve sonunda "Ne güzel söylemiş Konfüçyüs, binlerce yıl önce de, gelse şimdi yaşasa acaba bu sözü söylemeye dili varır mıydı?" derken buldum kendimi..
Sonra mı ne oldu? Nasıl ki, herkesin kendine özgü bir düşünme stili varsa, benim düşünme stilim de tez ve anti-tez üzerine olduğundan, bu fikre hemen anti-tez üretmeye başladım tabii.. Ve yaptığı iş her ne olursa olsun işinden zevk alan ve işine sadece çalışmak olarak bakmayan bir sürü örnek geldi aklıma... O kişiler de aynı süreçlerden geçmişlerdi ergenlik dönemlerinde, onların da herkes gibi ekonomik kaygıları vardı ve onlar da beki aile baskısı görmüşlerdi. Ama neyi farklı yapmışlardı da işlerinden zevk alıyorlardı ve diğerleri gibi çalışmak zorunda değillerdi?
Hani eskiden bir oyun vardı, mutlaka hatırlarsınız, iki resim arasındaki farkları bulun diye, işte o oyunu oynamaya başladım zihnimde... İşte size iki resim arasındaki farklar: Öncelikle, bu kişilerin, kendilerine ve dolayısıyla da yaptıkları işe son derece değer verdiklerini fark ettim. Verdikleri değer ölçüsünde de inanç vardı tüm yaptıklarında. Bir de olmazsa olmazları cesaret. Hiçbir zaman karar almaktan korkmamış, yanlış karar olsa bile bu kararın arkasında durmuş, mücadeleyi asla bırakmamış, önlerine ne kadar engel çıkarsa çıksın yılmamışlardı. Hep doğru bildiklerinde ilerlemiş ama yanlış bildiklerini de düzeltmekten gocunmamışlardı. En önemlisi de, güldeki dikeni değil de dikendeki gülü görüyorlardı her daim... Hem kendilerine, hem de yaptıkları işe bakarken... Bir de, yaptıkları iş ne olursa olsun, yaratıcılıklarını bir şekilde işlerine yansıttıklarını fark ettim. Böylelikle, her yeni gün, hem kendilerine hem de çevresindekilere fayda sağlıyorlardı. Ailelerini, düzeni, kaderlerini suçlamak yerine soru soruyorlardı kendilerine "Ben neyi, nasıl daha iyi yapabilirim?" diye.Ve herşeyin bir bedeli olduğu gibi bunca mücadelenin bedelini de çekiyorlardı tabi, bazen yalnız kalarak, belki bazen çok da sevilmeyerek veya takdir edilmeyerek.. Ama dedim ya yine de yılmıyorlardı ve sonunda da birçoğumuzun özendiği gibi hiç çalışmak zorunda kalmıyorlardı...
Benim çok sık kullandığım bir söz vardır "Hayat seçimlerden ibarettir" diye.. "Ne kadar da şanslı, zevk aldığı işi yapıyor!" deyip de kolayı seçmek yerine, şansın aslında kendi elimizde olduğunu düşünmek lazım belki de, ne dersiniz? Evet şimdi seçim sizin! "Çalışmak mı istiyorsunuz yoksa zevk aldığınız işi yapmak mı?"
İyi haftalar...
YORUMLAR