Devcileyin bir böcek
İstiklal Caddesi’nin yarısına kadar inip her zaman ki şarap evinde artık değiştirmek istediğim şaraptan içtim. Tadı eskisi kadar güzel gelmedi o gün. Vedalaşmak istedim en sevdiğim şarapla. Uzunca bir süredir aynı şarabı içiyorum oysa. Bir anda istemedim artık o şarabı içmeyi. Hesabı öderken "bir dahaki sefere yeni bir tat deneyelim" dedim şarap evinin sahibine… Sanki anladı beni.
Sokağa çıkıp taburede bir çay içeyim dedim. Sesler, gürültüler, sırtına çay ocağının telefon numarasını yazan amca ve kim bilir kaçıncı hayatını yaşayan çaycılar. Güneye gidip incik boncuk satıp yaşının ilerlediğini fark eden bandanalı ağabeyler… Hepsinin hikayesi kendine ağır, kendine güzel…
Oradan çıkıp bilmem kaç dükkan önünden geçtim. Hüzünlü şarkı çalan dükkan istifini bozmadı. Bir gün soracağım dükkan sahibine. Neyi var çok merak ediyorum. Yıllardır Müzeyyen Senar hüznünde.
Sinemanın yanına akşamları tezgah açan fotoğrafçıyı gördüm. 1900’lerden kalma fotoğraf makinesiyle yağmur altında bekliyordu. Bakalım ne oluyormuş sevdasına iliştim adama. Güzel tezgâh kurmuş. Eski kasa makineyi alıp polaroid baskı yapıyor içeride. Tebrik ettim fotoğrafımı çektikten sonra… Hediyesi de varmış büyük boy. Kalsın dedim. Küçüğünü aldım cüzdan boyu.
Zamanı uzatmaya oynadım sonrasında. Bir nefeste eriyecek gibiydi. Köşeyi dönüp ara sokak manzaralı bir cafede sağlıklı beslenme uğruna aç kaldım özenle. Eski defterler açıldı. Şiddetli söylemlerle beraber menemene karabiber ektik. Oysa tüm söylemler menemen yeme hissiyatıyla yarım fincan kahve arasına sıkışmıştı. Ne çok zamanımız var gibiydi bir zamanlar. Boris Kovac şarkısı kadar ağır aksak ilerleyen bambaşka duygularla beni gark eden her neyse önümde fesleğenli menemen yeme arzusuna yenik düştü. Arzularımız, engelleyemediğimiz ağır insanlığımız yüzünden kaybediyoruz her şeyi. O kadar insanız ki ve o kadar fazla insan olmak o kadar ağır ki…
Sokağa çıkıp yolun ikiye ayrılan kısmına geldim. Son bir sigara içelim… İstiklal caddesinin başına doğru yürüdüm. Dünyayı çok küçük, kendimi dev gibi hissettiğim anlarım daha iyiydi. Şimdi herkes dev ben o romandaki devcileyin böcek bile değildim.
Bu hikayenin kişisi yok, öznesi yok. Gölge dansını arzulasak ve insani arzularımıza sahip çıksaydık olmazdı belki böyle. Ve belki de yine böyle olurdu bilemiyorum. Hayal kırıklığı bir hisse, hayal kırıklığını tercih ederim. En azından literatüre geçmiş bir hissiyat. Adı yok hissimin. Sadece devcileyin bir böcek olmayı arzulayabilecek kadar insanlığa arzu duyuyorum…
YORUMLAR