Kocam pezevenk…
Dükkanın ön tarafında Müzeyyen Senar adına şarkılar dinleniyor. Etrafı Türkiye`den parçalarla süslemişler. Dandik deniz kabukları, yamuk bir Süleyman Seba fotoğrafı, meyhanecinin ana dekor malzemesi balıkağı tavan... Muhtemelen annesi Nijeryalı abla bilmeden dinliyor şarkıları, rakıdan ince ince yudumlar alıyor. Yüzü ilk içkisini içen ergen yüzü gibi.
Daracık dükkanda köylü kurnazlığı kol geziyor. Kösele ayakkabılar ahşap merdivenleri garson hızıyla aşındırmış. Hızlı el haraketleri, mesleğini severmiş gibi yapan çalışanın ifadesini silikleştiriyor. 4 tabak bir kolda taşınıyorsa minik meze tabağı pekala serçe parmakta taşınabilir.
Arka taraftan tabak çanak sesleri geliyor. Kısa boylu, sert etli bir kadın bulaşık eldivenlerini sevmediğini söylüyor. Zor oluyormuş eldivenle bulaşık yıkamak. Önlüğünün önü su içinde kalmış. Bulgaristan’dan geleli 17 ay olmuş. Sıcak sudan haşlanmış ellerini coss diye soğuk suya batırıyor. Resmen içim rahatladı.
Arada sohbet ediyoruz. “Nasılsın?”ın karşılığı “Nerelisin?”e dönüyor. Soruyoruz öyle karşılıklı. "Kocan var mı? Çocuğun var mı? Nerede oturuyorsun?" Ben de soruyorum ona. "Kocan var mı?” “Çocuğun var mı?” “Ne iş yapıyor?"
"Kocam pezevenk" dedi.
Kadının gülümseyen ifadesine bakınca pezevengin Bulgarca başka manası olabileceğini düşündüm.
“Nasıl pezevenk?”
Genizden gelen bozuk Türkçesiyle anlatmaya başladı. Hafiften şaşı gözlerindeki ifadeyi, sözcükleriyle tamamladı.
"Pezevenk işte. Kadınları alır arabayla. Geceleri ise götürür. Varsa tanıdığın Bulgar, Türk, Azeri getir satsın. Sen de alırsın para..."
Severek evlenmişler. “Bulgar`da” para yokmuş. Evi de yanmış. Elleri pancar gibi oluyor bulaşık yıkamaktan. Akşam işi bitince ucuzcudan aldığı kreme gömüyor ellerini. Sünger gibi olmuş parmak boğumları…
Sevgililer Günü'nü biliyor mu emin değilim. Ayın günlerini kiraya göre hesapladığından unutmuştur belki bu romantik günü. 7 gün çalışıyormuş zaten. "Busy misin?" diye soruyorlar burada. “Busy” imiş...
YORUMLAR