Umman
"Dünyaya bir de dünya anne lazım, biri sen ol maviş anne biri de ben" diyor şiirinde Didem Madak.
Bozkırda bodur karadut ağacının gölgesinde, namı diğer dut ananın gövdesinden dökülen balı izleyerek selam vereyim, merhaba.
Günlerden bir gün, bir ormanın içindeydim. Ruhum ormanın derinlerine, ormanın özüne karışmak istedi. İnsan gürültüsünden uzaklaşmak için yürüdüm. Gürültü azaldıkça yabanın sözsüz anlatısı duyulmaya başladı. Ruhumun ruhuna katıldığı bir başka can gibiydi ormanın öz varlığı. Ormanı dinlerken evimde, özümdeydim. Kayıp ruhumun özlemi dinmiş, ruhumu iliklerime kadar hissetmiştim.

Yine günlerden bir gün evime doğru yürüyordum. Mahallemdeki evlerden birinin önünde salkım salkım begonvillerle dolu bir ağaç vardı. Gözlerimi ondan alamadım. Begonvil olduğu için değil, ağaç olduğu için değil, süslü bir çiçek olduğu için değil. O anda oradaki begonvilin öz varlığı nefesimi kestiği için durdum. Begonvilleri sevdiğim veya sevmediğim için değil o begonvil ağacı bana benim ruhumu hatırlattığı için durdum. Begonvili seyrettim. Seyir vardı seyir içinde... Ben, onun varlığına tüm duyularımı açtığımda iki göğsümün ortasındaki anlam boşluğu doluyordu.
Yeni doğanlar kendilerini haykırarak anlatır, sözsüz anlatır. Biz onların çıkardığı seslerden onların ne demek istediğini anlamaya çalışırız. Bu durum bizi daha iyi dinleyiciler yapar. Sözsüz anlatan yenidoğanı anlama gayretimiz başka insanları, başka canlıları, dut anayı duyabilecek derin kulaklar inşa eder gönlümüzde. Şanslıysak bu hazinenin farkındayızdır. Sözsüz anlatmak ve birbirini canı gönülden duyabilmek diye bir yer var. Bu lisanı bize öğreten yaşamın, yabanın, özün kendisi. Yabana giden patikalarda yürümek ummanı yaşatıyor evine hasret kalan kayıp ruhlarımıza.
Bu dut ananın gölgesinde soluklanırken bir ninni dinledim. "Bebek beşikte uyur, anası ummana dalar." diyor ninnide. Bu yazı da buradan doğdu. Her doğum içinde sırlar barındırır. Bu yazı da öyle...
Misâl, insan yavrusunun rahimde bir su damlasıyken bir bedene kavuşması bir yaşam sırrıdır. İçinde can taşıyan bir beden, içinde can taşıyan bir bedene yuva olur. Rahmin ılık ve karanlık okyanusunda yüzmeyi öğrenen, nefesini dünya annenin okyanusunda kullanabilmeye hazır hale gelen taze bedenli insan, dünya annenin yuvasına adım atar. Bu adımın adı doğumdur. Rahim denen okyanusun insana anlattığı yaşam bilgileri vardır. Gürültü ne kadar çok olursa olsun, dinlemenin katmanlarında derinleşiyorsan tüm sesler kısılır ve yaşam bilgisi yüreğine akar. Kulakların bu anlatıları işitir. Yabanın sözsüz anlatısı gibi...
Ben, dinlemenin katmanlarında derinleşen bir yolcuyum. Yolculuğum devam ederken yanında yöresinde bulunduğum insanların bakışlarından, ellerinden, sözcüklerinden, günlük rutinlerinden öğrendiklerimle yaşama kabiliyetimi arttırıyorum. İnsan, yüreğinde hissettiği duygularla terbiye oluyor. İç yangınları; insanın yüreğini pişiriyor, yetiştiriyor, insana başka canlılara yuva olmayı öğretiyor.
Yuva olmanın bilgisini rahimden öğrenebiliriz. Kadın veya erkek olmanın ötesinde olan bir yerdir burası ve güneşin ufka değdiği yere taşınmak gibidir. Şu bir nefescik ömrüm bana bir anne tanıttı. Adı Rahime olsun. Rahime ana, yuvanın kendisi. Adına ev dediğimiz tuğladan kiremitten bir yapının ötesinde, analık hakikatinin kendisi Rahime. Tükenmez bir sabır, merhamet ve muhabbet taşıyor içinde. Yaradan'a olan derin sevgisi, günlük hayatın içindeki tüm eylemlerine akıyor. Bir parası bin paraymışçasına bir bereket getiriyor, bir zamanı bin zamanlık değerleniyor; un, tuz, su onun elleriyle bir araya geldiğinde midenin açlığını doyururken, insan ruhunun ızdırabına da merhem oluyor. Yara iyileşiyor, ağaç diplerindeki kene denilen çalılar gibi büyümeye engel olan zararlılar da sökülüp atılıyor. Bir insanın minik rahminde oluşan eller; dünya annenin rahminde yüzen, nefes alıp veren insanlığa yuva olmaya aracılık ediyor.
Rahime'nin gözleri seni görüyor. Kulakları seni duyuyor. Dikkati kendi zanlarından sıyrılıp senin hakikatine yöneliyor. Sonsuzmuş gibi görünen bir sabırla, doğruyu öğrenmen için sana yolları deneyimletirken Yaradan'a duyduğu hürmeti Yaradan'ın nurundan olana sunuyor. Vazgeçmiyor, kestirip bırakmıyor, bir adım bir adım daha...
İşte sen bu merhamete, yana yana olgunlaşmış bu yüreğin çatısına sığınıyorsun. Bu çatı seni ısıtıyor, serinletiyor, besliyor, affediyor. Sen, yuva olmanın umman bilgisini Rahime ananın yöresindeyken ruhuna nakşediyorsun.
Rahime ana gibi kadınlardan bir tane daha tanıdım. Size anlatmak istediklerimi yerli yerince ulaştırabilmek için sizinle bir masal motifi paylaşacağım. Limon kız veya üç turunçlar olarak bilinen masalın olay örgüsü şöyledir: Makam sahibi olmuş fakat yüreği yangınlardan geçmemiş, ruhu toy bir şehzade atıyla dört nala giderken bir çeşme başında testisini dolduran yaşlı bir kadının testisini düşürür. Parçalara ayrılan testi kadın için önemlidir fakat şehzade bu durumdan rahatsızlık duymaz ve yaşlı kadına karşı takındığı tavır, kadının gönlünü incitir. Yaşlı kadın şehzadeye ah eder; der ki: "dilerim limon kızın aşkıyla yanasın, onu yedi cihanda arayasın..." Gönlüne limon kız düşen Şehzade sayrı olur yataklara düşer. Hatırlar mısınız? Sezen Aksu'dan, Zeki Müren'den dinlediğimiz bir şarkının sözleri şöyledir: "Ah bu yangın beni öldürüyor yavaş yavaş, kor kor alevler yanıyor içimde, aşkın beni kül ediyor..." Yüreği toy Şehzade'nin içinde bulunduğu durum tam olarak budur. Ve halkları yönetecek, huzuru sağlayacak, bereketi çoğaltacak bir yöneticinin muhabbet yangınlarıyla terbiye olması şarttır. Ki başka varlıklardaki canı görebilsin. Masalın akışında Şehzade elbette yollara revan olur, yolda bir bilgeden nereye gitmesi gerektiğini, karşılaştığı varlıklara nasıl davranması gerektiğini öğrenir. Bilge ona bir yaşam sırrı aktarır: "Karşına bir su çıkacak, suyun çamurunu yüzüne vurmayacak, 'berrak su varlığın ne kıymetlidir' diyeceksin. Dikenleri bol bir gül ağacı görünecek, gülünü koklayacaksın, 'rayihan ne hoştur' diyeceksin. Girmen gereken kapının önünde bir at ve bir aslan yatıyor olacak. Atın önündeki eti aslanın önüne, aslanın önündeki otu atın önüne bırakacak; karınlarını doyurmalarına vesile olacaksın."
Şehzade tam da bilgenin söylediği gibi yaparak devin yaşadığı konağa girer. Konağın avlusundaki limon ağacından izin isteyerek üç adet limonu dalından koparır. Uyanan dev, şehzadeyi yakalamaya çalışır. Dev, ata ve aslana haykırır: "yakalayın!" At ve aslan dile gelir: "Sen bize acı çektirirken o karnımızı doyurmamızı sağladı, yolu açık olsun." Dev koşmaya devam ederken gül ağacına haykırır: "dikenli çalı, batır dikenlerini!" Gül ağacı dile gelir: "bana daima çalı diye seslendin, dikenlerimi haykırdın, biri ilk defa gülümü kokladı, çiçeğimi sevdi; onun ayağına diken batmasın, taş değmesin." Devin son şansıdır ve suya haykırır: "Boğ onu bataklık, yut onu bataklık!" Su dile gelir: "Bana bataklık dedin, daima çamurumu söyledin. O ise, suyumun berraklığında kendi suretini izledi. Onun üstüne çamur sıçramasın, muradı tez olsun, Limon Kız'a kavuşsun." Su bunları söyler ve Şehzade'nin yolu açılır. Masalın devamında Şehzade, yüreğinin olgunlaşması ve Limon kız ile eşliği hak etmesi için türlü eşiklerden geçer. Elbette uzun yolların ardından iki yüreği bir ederler; şehzade, padişahlığı taşıyabilecek olgunluğa erişir ve mutlu sona ulaşırlar.

Burada masalı uyutalım, Limon Kız'a teşekkür edelim ve Rahime analara yeniden selam verelim. Ben onlardan gördüm ki; her canlı, ruhunda görülmeyi bekleyen, açığa çıkmak için hasret duyan bir mücevher taşıyor. O canlının kabuğuna, yani dış dünyaya görünen yüzüne aldanmayıp özündeki mücevhere emek eden Rahime anaların elleri bereketleniyor. Muhabbet, sabır, letafet... Bunların tümü, Rahime anaların varlığında ayan oluyor. Ve bu analar; yanlarında beslendiğin, büyüdüğün, iyileştiğin bir yuvaya dönüşüyorlar.
Bozkırda bodur karadut ağacının gölgesinde, namı diğer dut ananın gövdesinden dökülen balı izleyerek ummana daldım. Dut anayı her yaz ziyaret ederim. Gölgesindeyken kendimi anne evinde hissederim. Dünya annemin evinde...
Tüm öğrettiklerin ve öğreteceklerin için teşekkür ederim dünya anne. Ben bu yazıyı yazmak için epey uykusuz kaldım. Şimdi biraz uyuyayım, "nenni bebeğim uyu..."
YORUMLAR