Allı turnalar
"Kendime benzettim yanışlarını,
yönsüz yolsuz kanat çırpışlarını
Eğilmeden güneşe özgür kalışlarını..."*
Anadolu'da gelin kadınlar turnalara benzetilir. Allı turnalara...
Ben de bir gelin kadınım. Pek çok Anadolulu gibi. Annem gibi, teyzelerim gibi, belki de senin gibi. Evlendim, bir yuvaya eş oldum, çocuk doğurdum, sütlendim. Ben de ak duvak taktım saçlarıma, al kemer bağladım belime, baba evinden uğurlanırken ağladım. Karnım her ay ağır ağır büyüdü, sonra bedenimden ayrıldı evladımın bedeni. Bedenim önce yaşam doğurdu, sonra bu yaşamı doyurdu. Tıpkı diğer kadınlar gibi ak sütlü bir anne oldum ben de.
Ellerimle bir insanı beslemeyi öğrendim. Her şeye en başından başladım. B'den, B'nin noktasından... Çoğunlukla bocaladım. Sıklıkla korktum. Yapayalnız olduğumu sandım, omuzlarım ağrıdı, kalbim bu yalnızlık duygusuyla yandı. Annemi anladım. Taze sütlenmiş anneannemi, kollarımın arasına alıp kınalı saçlarını kokladım. İçimde yalınayak yürüdüğüm bir çöl vardı. Ben bu çölde yürürken çölün rüyasını gördüm. Yağmur altında kalıp bir kapının açılması için bekleyen lohusa annemi, aynı yastığa baş koyduğu eşini bir gece yarısı sonsuzluğa uğurladığında henüz gebe olan teyzemi, hikâyesini bilmediğim lakin kucağında bebesiyle çaresizliği iliklerine dek hisseden diğer Anadoluluları... Çöl, rüyasında; kendi çölünde yürüyen kadınları selamlıyordu.
Sonra ellerimle bir insanı beslemeyi öğrendim. Yani kendimi, tam da en başından... Beslendikçe bollaşıyordu sütüm. Sonra şefkatle tanıştım. Oğlumun gözlerinden, el tırnaklarından, ayak parmaklarından yayılan ılık bir şefkat. Bu şefkati dilime kondurup bir soru sordum içimdeki çöle: "Neye ihtiyacın var güzelim?" Kadim çöl görülmüşlüğün, duyulmuşluğun, fark edilmişliğin, kabul edilmişliğin ferahlığıyla bir oh çekti; duydum: "Bir bahçeye dönüşmeye ihtiyacım var. Ellerini kullanmayı öğrenir misin? Hepiniz için beni bir bahçeye dönüştürmeni istiyorum senden. Yalnız değilsin, allı turnaları çağır, onlar sana anlamadıklarını anlatsınlar."
Allı turnaları yardıma çağırdım.
Allı turnam bizim ele varırsan şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle. İlle söyle, ille bizim ele de var turnam. İnsanlar birbirine nasıl yuva olur, bir evlada nasıl ana baba olunur, bu çöller üstüne nasıl bahçe kurulur anlat turnam...
Turnam geldi. Turnam dillendi:
"Anadolu'da gelin kadınlar turnalara benzetilir. Allı turnalara...Ama turnaların birlikte göç ettiği, bir kuşun diğerini yalnızlığa bırakmadığı, işittiği bilgileri diyar diyar anlattığı unutulur. Çoğu gelin kadın kundakta bebesiyle yapayalnız kalır. El yordamıyla analık, el yordamıyla kadınlık öğrenmeye çalışır. 'Kadın' dedikçe utanç büyür içinde. Kendiyle ve sorumluluklarıyla ne yapacağını bilemez. Dener, yanılır, dener, yanılır, dener... Sen kadınsın, şifasın. Yavrunu koynunda uyutmaya, gülümseyen çehrenle uyandırmaya, gözlerine bakıp diliyle söylemediklerini gözlerinden okumaya razı mısın? Artık anneysen o evladı her gece uykusuna ninnilerle masallarla uğurlayacaksın; onu gün içinde dünyayı keşfetmeye, oyunlar oynamaya çağıracaksın. Umudunu diri tutacak, sağlığını koruyacaksın. Tüm bunları şefkatle yapmaya, kendi gözlerinle evvela kendini görmeye, zorlandığında kendi ellerinden kendin tutmaya gönüllü müsün? Böyle bir ana vatanda yaş alan çocuklar fark edilmek için bağımlılıklara, kavgalara veya sessizliklere baş vurmuyor. Yaşam bilgisi kitaplarda da yazar elbet. Lakin evvela bir insanın gözlerinde, sesinin tınısında, anlattıklarının satır aralarında, doğanın döngüsünde mevcuttur yaşamanın bilgisi. Dünya barışına giden yol insanın iç dünyasından geçer. Anneysen iç dünyanda barışın, umudun, mutluluğun seçimini yapmalısın; bunların tohumlarını sulamayı tercih etmelisin. Sen sen ol, barış ve umuttan atalık tohumlar çoğalt kızım.
Göğüslerin sütlendiyse bir vakit, evladın büyüdüyse ve emmeyi bıraktıysa... Küsmediyse sütün ve sızlıyorsa göğüslerin, o süt akmak ister. Beslemeyi ve beslenmeyi bilen sen, dünya toprağına doğan başka evlatlar için bereketi çoğaltmalısın; çölleri bahçelere davet etmelisin."
Selam getirip göğüne döndü turnam. Onların ardından bağdaş kurup oturdum, sırtımı duvara yaslayıp bana söylediklerini düşündüm. "Hadi kızım!" dediler, "Artık sen de şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle. Sözünle gelin kızları, sevginle kurak çölleri... Bizler birlikte uçup birlikte yerleşen, çoğalmanın bilgisini yalnızlarla üleşen Allı Turnalarız. Göçümüz dünya toprağına, birliğimiz bir yokmuştan bir varmışa uzanır. Kanatlan kızım, dans et, çığlık at ve katıl göçümüze. Bu göç, insan olmanın bilgisini evvelden ahire taşımaktadır.
Kendini bilsin olgun analar, bilsin ki deneyimlerini sunsunlar yaşam sahasına henüz çıkmış kız çocuklarına. Umut, ormanda kendiliğinden uzayan bir kök çalısı değildir. Umut için yağmur yağmalı, çöllere yağmur olsun olgun analar. Bırakmasın çölünde bir başına yol arayan genç kadınları."
Ne diyordu turnanın avazında: "Gülüm kolun kırılırsa, elin tutmazsa bir gün, eğer yalnızlık ervah-ı ezelden sana verilmiş bir yadigârmış zannına kapılıp gidersen zaman zaman, kaldır başını ve seslen semâya. Elbet göçünde olan bir turna işitir senin de çığlığını."
*
YORUMLAR