Hayat şarkısı
"Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş"*
Arka bahçede bir ağaç hayal ediyorum. Dalları ve gövdesi, güzel bir kadının vücudunu anımsatıyor. Ağacın, kadının çıplak ayaklarını andıran köklerini hayal ediyorum. Köklerini rahatça bırakabildiği bir toprak bulmuş kendine. Toprağın her katmanındaki besinlerle ayrı ayrı beslenmiş, sertliğinden kırılmak üzere olan kabukları rengini bulmuş; karıncaların, salyangozların yuvası olmuş, gövdesi bal vermiş, arılar balın etrafında dönmüş...
Vakit geldiğinde toprak köklere seslenmiş: "Seni göndermek istemiyorum, ellerim köklerini tuttu bir kere. Lakin gitme zamanı. Bulutlu gökyüzü, rüzgarlarını estiriyor; hadi topla köklerini, vakit geldi, yine...
Sana dışarıdan yerleşeceğin bir toprak yok güzelim. Sen farklı topraklara, köklerinle, başka başka toprakların hikâyelerini taşımak için bu alemdesin. Kendine toprak olmayı öğrenmediğin sürece, şarkıda söylendiği gibi bir ruh gibi geçip gitmeye devam edeceksin zamanın içinde.**"
"Peki, gidebilirim toprak; sen de uğurla beni öyleyse. Uğurla ki arafta kalmayayım artık. Arafın ağırlığını taşıtma bana. Köklerimle yol gidebilirim lakin bir ayağım geride, bir ayağım ileride olduğunda tüm ömrümce hissettiğim gibi arafta hissetmeye devam ediyorum. Ne gidebiliyorum ne kalabiliyorum. Bana yerleşmenin bilgisini öğrettiğin için teşekkür ederim. Ben de seni güneş gibi sevdim. Göğün renklerini yudum yudum içtik sevgimizle."
Arka bahçenin komşu ağacının payamları; toprağın, komşu köklerle sohbetini dinlerken dallarında olgunlaştı. Ne hüzünlü... Dallarındaki payamları toplamaya eller uzanmadı. Dudaklar dokunmadı meyveye, dişler ısırmadı meyvenin etli kabuğunu. Hem irileşti hem de kalınlaştı dalın payamları. Karıncalar, böcekler ve bazı insanlar meyvelerden bir avuç alıp yedi. Hepsi bu. Dallarda kaldı bazıları, dalda kalanlar arafı tattı. Ben hiç gitmeseydim arka bahçeye, elim hiç uzanmasaydı payam ağacının dallarına... Arafta oluşunu fark etmezdi payam; anlattıkları hiç dinlenmemiş, meyvesinin tadına bakılıp "Ne lezzetli!" denmemiş olurdu. Oysa ben sevdikçe onu meyvesini sundu bana, sevildim. Sevmeseydim sevilmezdim belki de, araf da sözümüzün konusu olmazdı burada.
-Yazar burada yazdıklarına ara veriyor. Kalbindeki merhameti yazının topraklarına taşımak için bir nefescik uykuya ihtiyacı var. Zira, yazar için okuyucunun kalbini hafifletmek nimetten sayılır.-
Kısacık ve derin bir uyku uyudum. Bu sırada sen de uyudun mu payam çiçeği? Uyku iyi geldi mi? Sakin sakin yerleştir duygularını düşüncelerini yerli yerine... Nazik bir uykunun, ılık ılık akan birkaç yudum suyun tüm canlıları merhametle tanıştırma sihri vardır. Yaşam bazen kavuşmalarla bazen de yol ayrımlarıyla kendine toprak olmayı öğretir insana. Payamların çiçek açmasının alameti farikası belki de budur. Komşunun kökleri topraklanırken payamın dalları çiçeğe durmuş... Aynı arka bahçenin ağaçları olmanın muhabbetiyle kendilerini bulmuşlar.
Arka bahçedeki ağaçların birbiriyle sohbeti sürerken onları orada bırakalım ve masalın iklimine doğru bir yolculuğa çıkalım...
Bir zamanlar bilinmeyen bir sebeple denize atılan bir insanın iskeleti asırlarca, suyun derinlerinde gezinmiş. Bir gün bir balıkçının oltası, iskeleti sudan çıkartmış. Ve iskelet, balıkçının kalbinin şarkısı ve merhametiyle bedenine ve ruhuna kavuşmuş. Bir iskeleti ancak yaşayan bir kalbin şarkısı yeniden hayata döndürebilirmiş. Bir şarkıda şöyle diyor: "Şarkımı rüzgara bırakıyorum ve kim duymak isterse dinlesin." ***
Masalın anlattığı gibi bizim arka bahçenin payamları da her mevsim şarkı söylemeye devam ettiler. İçten bir ses, candan bir nefes oldu şarkıları. Kuru dalları, yeşeren dalları, bahar dalları, payamlı dalları... Payamlar dal bereketiyle, ruhun yaşamı hatırlamasını sağlayan hayat şarkılarını paylaştılar. Köklerini toplamış; ne gidebilen ne de kalabilen, payama komşu olan ağaç ise payamın haziranda söylediği şarkılarla köklerini toprakladı. Komşu ağaç bu haziranda, ömrünce kulaklarını kapattığı arafın ezgisini dinlemeye cesaret etti.
Ne söylüyordu Furuğ? "...ve kırlangıçlar, mürekkepli parmaklarımın çukurunda yumurtlayacaklardır." Kırlangıçların ezgisi akşam ezanının yankısına karışıyor. Yazar, parmaklarına elindeki dolma kalemin mürekkebi çalındıkça Furuğ'un cümlesini düşünüyor ve kırlangıç yumurtalarından hayat doğsun diye yazmaya devam ediyor. Her kelimesinin dünyanın bir arka bahçesinde, arafta bir ağacın köklerini toprakladığına inanarak...
Kırlangıç, yazar için aynı gökyüzünde birbirine çarpmadan birlikte uçabilmenin mümkünlüğüdür. Payam, yeniden doğuştur. Ve toprak, yazarın kalbinde ezgisini işittiği en derin hayat şarkısıdır.
*Bâki
YORUMLAR